Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Kısaca Hayatı



Doğumu

20 Nisan 571 Pazartesi günü sabaha karşı Mekke’de doğdu. Ay takvimine göre Rebîul’evvel ayının 12. gecesidir. Efendimiz’i (s.a.v.) sevgiyle ve şefaatini dileyerek andığımız doğum günündeki geceye Mevlid Kandili denir.

Doğduğu gece meydana gelen olaylar:
  1. Kâbe içindeki putlar yıkıldı.
  2. Mecûsîlerin bin yıldır söndürmeden taptıkları ateşleri söndü.
  3. İran’daki kisranın sarayından 14 burç yıkıldı.

Adı

Muhammed (s.a.v.) : Çok çok övülen, çok övülmüş, güzel huyları olan kişi demektir. Bu ismi O’na (s.a.v.) Dedesi Abdülmuttalip vermiştir. Umarım O’nu (s.a.v.) yerde halk, gökte Hak över demiştir. Diğer isimleri Ahmed, Mustafa’dır.

Babası

Abdullah, Kureyş Kebilesin’den, Haşimoğulları Soyun’dan. (Abdülmuttalib’in oğlu)

Annesi

Âmine, Kureyş Kabilesin’den, Zühreoğulları Soyu’ndan. (Vehb’in kızı)

Dedesi (Büyükbabası)

Abdülmuttalip, Mekke’nin ileri gelenlerinden. Zemzem Suyu’nun kaynağını yeniden yaptırmıştır.

Süt Annesi

Halime, Sa’doğullları Kabilesin’nden fakir bir kadındır. Kocasının adı Hâris, Peygamberimiz’in (s.a.v.) süt kardeşi (ablası) olan kızının adı Şeyma’dır.

Peygamberimiz (s.a.v.) sekiz aylıkken konuşur, iki yaşına bastığında da gösterişli bir çocuk olur.

Dört yaşına kadar süt annesi Halime’nin yanında kaldı.

Beş yaşına bastığında annesi Âmine’ye teslim edildi.

Altı yaşında iken annesiyle beraber babasının kabrini ziyaret etmek ve dayılarıyla tanışmak için Medine’ye gitti. Dönüşte annesi Âmine, Ebvâ denilen kasabada hastalandı ve henüz kervan yola koyulmadan da vefat etti. Hizmetçileri Ümmü Eymen O’nu alarak Mekke’ye getirdi ve dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti.

Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib’le kaldı.

Abdülmuttalip ölüm döşeğindeyken sevimli torununu, merhamet ve şefkatine çok güvendiği fakir oğlu Ebu Talib’e emanet etti.

GENÇLİĞİ

On iki on üç yaşlarında iken amcası Ebu Talip’le bir ticaret kervanına katılıp Suriye’ye yola çıktı. Busra denen yerde Bahira adında bir papaz O’nun son peygamber olacağını verdiği cevaplar ve sırtında bulunan et beni şeklindeki iki kürek kemiği arasında bulunan nübüvvet mühründen (peygamberlik mührü) anladı. Suriye (Şam)’deki Yahudilerden endişe eden Ebu Talip, alış-verişi Busra’da yaparak Mekke’ye döndü.

Muhammedü’l-Emin

Hiç yalan söylemediği için ve doğruluktan ayrılmadığı için güvenilir Muhammed anlamındaki bu lâkapla çağırılmaya başlandı.

On yedi yaşında iken Güney’e Yemen tarafına bir ticaret kervanıyla gitti ve ticareti öğrendi.

EVLİLİĞİ VE PEYGAMBER OLANA KADAR GEÇEN HAYATI

Yirmi beş yaşında iken amcası Ebu Talip ve Hz. Hatice’nin kölesi Meysere’nin aracılığıyla iki kez evlilik yapmış ve her defasında kocası ölmüş olan güzel ve gösterişli bir kadın olmasından öte çok güzel ahlâkı olan kırk yaşındaki Hz.Hatice ile evlendi.

Hz. Hatice’den 2’si erkek, 4’ü kız toplam 6 çocuğu oldu. Bu çocukların isimleri kızları Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Zeynep, Fâtıma; oğulları Kâsım, Abdullah’tır.

Yedinci çocuğu olan oğlu İbrahim, Habeşistan Kralı Necâşî’nin kendisine hediye ettiği cariye (bayan köle) Mısırlı Maria’dan olmuştur.

Kızı Hz. Fâtıma, Efendimiz’den (s.a.v.) 6 ay sonra vefat eder. Evli veya bekâr olarak değişik yaşlarda ölen diğer 6 çocuğu kendisinden önce ölür.

Hz. Fâtıma, Ebu Talip’in oğlu Hz.Ali ile evlenir ve Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin dünyaya gelir. Bugün Efendimiz’in (s.a.v.) soyu kızı Hz. Fâtıma’dan devam etmektedir.

Kâbe’de bulunan ve Haceru’l-Esved (Kara Taş) denen taşı yerine koymada ihtilâfa düşen insanlara hakemlik yaptı. Buna Kâbe Hakemliği denir. Bugün Kâbe’nin içinde yer aldığı camiye de Mescid-i Haram denilmektedir.

Hılfü’l-Fudûl (Erdemliler Birliği)’e katılarak bir mazlumun hakkını bir zalimin elinden alan insanlarla çalıştı.

PEYGAMBERLİĞİ

Mekke yakınındaki Nur Dağı’nda Hira Mağara’sında 610 yılının Ramazan ayında ilk vahiy geldi ve son peygamber olduğu kendisine müjdelendi. Kur’an, Kadir Gecesi indirilmeye başlandı.

Korkmuş, ürpermiş ve heyecanlanmış olduğu halde evine döndü. Hz. Hatice ilk inanan kişi oldu.

İlk Müslümanlar
  1. Eşi Hz.Hatice
  2. Çocuk yaştaki Hz.Ali
  3. Yakın arkadaşı Hz.Ebu Bekir
  4. Hürriyetine kavuşturduğu (âzatlı) kölesi Hz. Zeyd
  5. O zaman köle olan Hz.Bilâl-i Habeşî.
İslâm’a davet önce gizli gerçekleşti, sonra yakın akrabalarını İslâm’a davet etti.

Açık davet başlayınca işkenceler de başladı. Ammâr’ın annesi Sümeyye ve babası Yâsir işkencelere maruz kaldılar ve İslâm’ın ilk şehitleri oldular.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kendisine inananlara ders verdiği, beraber ibadet ettiği, bu şekliyle İslâm’ın ilk medresesi (üniversitesi) sayılan ev Mekke’de Erkam bin Ebi’l-Erkam’a aitti.

İslâm’a inanan 40. müslüman Hz. Ömer oldu.

Habeşistan kralı Necâşî müslümanları iyi karşıladı ve gizlice de müsüman oldu. (Müslüman olarak da öldüğü için, Efendimiz (s.a.v.) tarafından Medine döneminde gıyabî cenaze namazı kılındı.

Müşrikler peygamberliğin 7. yılında Peygamberimiz, (s.a.v.) müslümanlarla ve akrabalarıyla olan bütün ilişkilerini kesme yani boykot kararı aldılar. Onlarla konuşmadılar, ticaret yapmadılar, onları şehrin kenar bir mahallesine sürdüler. Önemli kararları Kâbe duvarına astıkları için bu kararı da Kâbe’nin duvarına astılar. Üç yıl sonra boykot metninin böcekler tarafından yenildiğini görünce korktular ve boykotu kaldırdılar. Ancak sıkıntılarla geçen bu üç yıl Efendimiz’in (s.a.v.) sevgili eşi Hz.Hatice başta olmak üzere müslümanları çok zorda bıraktı. Hz.Hatice rahatsızlanarak vefat etti. Daha sonra da İslâm’ı kabul etmemekle beraber sevgili yeğenini bir an olsun yalnız bırakmayan Ebu Talip öldü. Oğlu Kâsım da aynı tarihte öldü. Tarihte bu yıla Hüzün Yılı denir.

İnsanları Allah’ın dinine davet etmek için yardımcısı Zeyd ile gittiği Tâif şehrinde taşlandı.

Bir gece Mescid-i Haram’dan alınıp Mescid-i Aksa’ya götürüldü ve Rabbi’nin huzuruna göğe çıkarılarak Mirac denilen hadiseyle biraz olsun rahatlatıldı.

Medine’den Mekke’ye gelenlere İslâm’ı anlattı ve ilk yıl 6 kişi müslüman oldu. Ertesi yıl peygamberliğin 12. yılında gelen 12 kişilik bir grup, Mekke yakınlarında bir vadide gizlice buluşup müslüman oldu ve O’na (s.a.v.) ömür boyu sahip çıkacaklarına söz verdiler. Söz verme demek olan bu biata, Birinci Akabe Biatı (söz verme, sözleşmesi) denir.

Mus’ab bin Umeyr’i Medine’ye hoca olarak gönderdi. Peygamberliğin on üçüncü yılında Medine’den Mus’ab’ın gayretleriyle müslüman olan 75 kişi geldi ve Peygamberimiz’e (s.a.v.) bağlılıklarını ilân ettikleri İkinci Akabe Biatı gerçekleşti. Efendimiz’i (s.a.v.) ve bütün müslümanları Medine’de koruyacaklarına söz verdiler.

HİCRETİ

Mekke’de işkenceler artınca Mekkeli Müslümanlar Medine’ye hicret etti. Peygamberimiz de (s.a.v.) yatağına Hz. Ali’yi yatırarak yanında bir rehber ve Hz.Ebu Bekir ile birlikte 622 yılında Medine’ye hicret etti.

622 milâdî yılı, Hicrî takvimin başlangıcı kabul edildi.

Medine’ye hicret ederken Sevr Mağarası’na sığındı. Mağaranın ağzına bir örümceğin ve güvercinin yuva yapması onları müşriklerden korudu.

Kuba beldesine geldiğinde küçük bir mescit yaptırdı ve cuma namazı kıldırdı. Kuba Mescidi yapılan ilk camidir.

Medine’de, bugün kabri İstanbul’da Eyüp ilçesinde bulunan Ebu Eyyüb el-Ensarî’nin evinde 7 ay kaldı.

Mekkeli hicret eden müslümanlara muhacir, Medineli yardım eden müslümanlara da ensar denilmiştir. Mekkelilerle Medineliler arasında muâhat denilen ve tarihte bir benzeri daha olmayan kardeşlik gerçekleşmiştir.

Medine’de ilk iş olarak kendisinin de inşaatında bizzat çalıştığı bir cami yaptırdı. Daha sonra yenilenen ve bugün kabrinin de içinde yer aldığı caminin adı Mescid-i Nebî veya diğer adıyla Mescid-i Nebevî’dir.

Mescid-i Nebî’nin bitişiğinde Peygamberimiz’in (s.a.v.) evinin yanında kendilerine Ashab-ı Suffa denilen Mekke’den gelen gençlerin bulunduğu suffa yani odalar da bulunuyordu. Bu genç sahabîler Kur’an ve sünneti yazıyorlardı. İhtiyaçları zengin Müslümanlar tarafından giderilen bu gençlerin tek işi ilim öğrenmekti.

Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’de kurduğu İslâm Devleti’nin başkanıydı.

Allah’a ve Peygamberi’ne kalbiyle iman etmediği halde diliyle iman ettiğini söyleyen ve iki yüzlü anlamında kendilerine münafık denilen insanlar da Medineliler arasında bulunuyordu. Münafıklar Hz. Ayşe’ye iftira da attılar ve bu olaya ifk hadisesi denir.

Namaz kılınırken önceleri bugün Filistin devletinin sınırları içinde yer alan Mescid-i Aksa’ya dönülürdü. Gelen bir âyetle müslümanların yeni kıblesi Kâbe oldu.

Peygamberlerin peygamberliklerini ispatlamak için gösterdiği olağanüstü olaylara mucize denir ve Efendimiz mucizelerinden biri olan ve şakk-ı kamer denilen Ay’ın ikiye bölünmesi mucizesini gerçekleştirmiştir.

Aşere-i mübeşşere (müjdelenen on kişi) denilen ve dünyada iken cennetle müjdelenenlerin isimlerini açıkladı.

624 yılında müşriklerle müslümanlar arasında olan, Peygamberimiz’in (s.a.v.) de katıldığı ilk savaş Bedir Savaşı’dır. İslâm Dini’nin en büyük düşmanı olma konusunda sembolü olan Ebu Cehil bu savaşta öldürülmüştür.

625 yılında müslümanların müşrikler karşısında zor anlar yaşadığı, onlarca şehit verdikleri ilk kanlı savaş Uhud Savaşı’dır. Hz.Hamza, daha sonra müslüman olacak olan Vahşî tarafından bu savaşta şehit edilmiştir.

Hudeybiye Anlaşması 628 yılında gerçekleşti.

On bin kişilik bir orduyla 630 yılında Mekke’nin fethi gerçekleşti.

Rum (Bizans) Kralı Heraklius, Habeş Kralı Necaşî, İran Kisrası Hürmüz ve Mısır, Gassan, Yemame gibi bazı devlet başkanlarına İslâm’a davet mektubu gönderdi.

Yüz bin kişinin katıldığı, ölümüne yakın tarihte gerçekleşen ve ömrünün ilk ve son haccı olan Veda Haccı’nı yaptı. Veda Hutbesi diye bilinen meşhur hutbesini de burada okudu ve müslümanlara Allah’ın kitabı olan Kur’an’ı ve hadis de denilen sünnetini bıraktığını söyledi.

Peygamberimiz’i (s.a.v.) sağlığında gören ve O’nun (s.a.v.) sohbetine katılmış, acı ve sevinçleri paylaşmış olan müslümanlara sahabe, sahabî veya ashab denmektedir. Hz. İsa’ya sağlığında inanan on kişiye de havarî denilmektedir.

Genç komutan Üsame bin Zeyd’in komuta ettiği bir orduyu Bizans üzerine gönderdi.

8 Haziran 632 pazartesi günü öğleye doğru 63 yaşındayken (miladî yıla göre 61 yaşında) Medine’de Mescid-i Nebî’nin bitişiğinde bulunan Hz.Âişe’nin odasında vefat etti. Hz.Ömer, kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla parçalarım diye üzüntüsünü dile getirdi. Orada yıkanıp cenaze namazı kılındıktan sonra yine aynı odada defnedildi. Türbesi aynı yerdedir. Bu sırada Bilâl-i Habeşî ezan okumuştur.

Resûlullah’ın (s.a.v.) Sîreti



GÖRMESİ

Hazreti Aişe (r.a.) der ki:
- Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ışıkta gördüğü gibi karanlıkta da görürdü.
Bir defasında Resûlullah  (s.a.v.)  şöyle buyurdu:
- Siz benim yalnız ön tarafı mı gördüğümü sanıyorsunuz!? Vallahi rukûnuz da, secdeleriniz de bana gizli değildir! Ben sizi arkamdan da görmekteyim.

YÜRÜYÜŞÜ

Hz. Ali (r.a.) O'nun  (s.a.v.)  yürüyüşünü şöyle anlattı:
- Ne O'ndan (s.a.v.) önce ne de O'ndan (s.a.v.) sonra O'nun (s.a.v.) gibisini görmedim. O (s.a.v.) yürürken, ayaklarını sürümez, adımlarını canlı ve uzun atar, sanki yüksekten iner gibi önüne eğilirdi.
Yezid bin Mersed (r.a.) ise şunları söyledi:
- Peygamberimiz (s.a.v.) yürüdüğü zaman sür'atli ve kuvvetli yürürdü. O'nun (s.a.v.) arkasında yürüyen biri koşarcasına giderdi, yine O'na (s.a.v.) yetişemezdi.
Suyuti, age, 1/131

ELLERİNİ KULLANIŞI

Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
- Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) sağ eli temizlik ve yemek yemek, sol eli de, tuvalet ve temizlik içindi. Resûlullah bir şey aldığında onu sağ eliyle alırdı. Bir şey verdiğinde de, sağ eliyle verirdi. Efendimiz sağ tarafı kullanmayı severdi. Bir iş yapacağı zaman sağ elini kullanır, ayakkabısını önce sağ ayağına giyer, mescide önce sağ ayağını atar, topluluğa bir şey dağıtırken sağ taraftan başlardı. Bu şekilde herhangi bir işe başlamak istediğinde önce "Bismillah" diyerek besmele çekerdi.
Ebu Dâvud, Kitâbu'l-libâs, 41: Ibnü'l-Cevzi, age, 382 Buhari, el-Edebü'l-Müfred. 219

RAHMETLE KONUŞMASI

Hz. Hasan (r.a.) bir gün dayısı Hind'e (r.a.):
- Hazreti Peygamber (s.a.v.) nasıl konuşurdu? diye sordu.
Hind (R.A.) şöyle anlattı:
- O daima düşünceliydi. Çoğu zaman sessizdi. Hiçbir zaman gereksiz yere konuşmazdı. Her cümleyi ayrı ve net olarak söylerdi. Eliyle işaret ederken bütün elini kaldırır, bir şeye hayret ettiğinde avucunun içini çevirir, konuşma sırasında bazen elini elinin üstüne vurur, bazen keyiflenir, sevindiğinde ise gözlerini yere çevirirdi. Çok az güler, güleceği zaman tebessüm ederdi.
Tirmizî, Menâkıb / 10

TANE TANE

Hz. Aişe (r.a.) bir gün dostlarına şöyle anlattı:
Resulullah Efendimiz (s.a.v.) sizin konuştuğunuz gibi konuşmazdı. O açık açık ve tane tane konuşurdu. Öyle ki O'nu (s.a.v.) işiten ezberlerdi.

İŞİTMESİ

Peygamberimizin  (s.a.v.) arkadaşlarından Hakîm (r.a.) der ki:
- Biz, Resulullah Efendimiz'in (s.a.v.) etrafında toplanmıştık. O (s.a.v.) bizlere sordu: "Benim işittiğimi sizler de işitiyor musunuz?"
- Biz birşey işitmiyoruz, dedik.
Buyurdu ki:
- Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim! Ben göklerdekileri duymaktayım!.. Çünkü göklerde bir karışlık boş yer yoktur, her taraf meleklerle doludur. Meleklerin kimisi secdede, kimisi kıyamdadır.
İbn-i Mâce, 2/1402, es-Suyuti, age, 1/126

USLÛBU HALİ İŞİTTİRMESİ

El-Berâ (r.a.) anlattı:
- Bir gün Peygamberimiz (s.a.v.) bize bir konuşma yaptı. O'nun (s.a.v.) bu konuşmasını uzak evlerde bulunanlar dahi duydu.
Abdurrahmân bin Muâz (r.a.) der ki:
- Minâ'da Peygamberimiz bir hutbe okudu. Biz O'nu göremeyecek kadar uzakta oturuyorduk. Yerimizden ayrılmadığımız halde, O'nun sesini rahatlıkla duyabildik.
Ümmü Hânî'de (r.a.) bu konudaki hatırasını şöyle anlattı:
- Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) Kabe'de gece yarısı okuduğu Kur'ân'ı, biz evimizde olduğumuz halde duyardık.
Suyuti, age, 1/127

KUR’AN OKUYUŞU

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kur'ân-ı Kerîm'i tecvidiyle tane tane okurdu. Fakat nağmeli okumazdı. Evdeyken Kur'an okuduğunda O'nu  (s.a.v.) ancak evde bulunanlar işitebilirdi.
Sahabeden Abdullah b. Ebî Kays (r.a.) Hazreti Âişe'ye (r.a.) sordu:
- Resûlullah (s.a.v.) Kur'ân'ı sessiz mi yoksa sesli mi okurdu?
- Her iki şekilde de okurdu. Yerine göre sessiz, yerine göre de sesli.
Tirmizî, şemâil, 44, bab, 1,4,7,8

ŞİİR SÖYLEMESİ

Resûlullah (s.a.v.) Hendek Savaşı için hazırlık yapılırken bir yandan toprak taşıyor
bir yandan da şu şiiri okuyordu:
- Sen olmasan Allah'ım; doğru yolu bulamazdık
Sadaka veremez, namaz kılamazdık
Huzur indir üzerimize, sabit kıl ayaklanmızı
Karşılaştığımızda saldırmak istiyor düşmanlar
Bize fitne çıkarmaya çalışıyor onlar.
Fakat karşı koyuyoruz biz.
Müslim, Fezâilü's-Sahabe, 135; İmam Ahmed, IV/358,359,362,365

GÜLÜMSEMESİ

Hz. Aişe (r.a.) şöyle anlattı:
- Ben şimdiye kadar, Resûlullah'ın (s.a.v.) çok aşırı neşelendiğini küçük dilini görününceye kadar güldüğünü görmedim. O (s.a.v.) yalnız gülümserdi.
Abdullah Ibnu'l-Haris'de (r.a.) şunu söyledi:
- Resûlullah'tan (s.a.v.) daha çok gülümseyeni görmedim.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) arkadaşlarıyla yemek yiyordu Süheyb'i (R.A.) gören Peygamberimiz (s.a.v.):
- Buyur sen de ye! diyerek sofraya davet etti.
Süheyb (r.a.) gözünde bir ağrı olduğunu söyleyerek sofraya oturdu.
Süheyb (r.a.) iştahla yemeğe başlayınca Resûlullah (s.a.v.):
- Hem gözün ağrıyor, hem de hurma yiyorsun deyince,
Süheyb (r.a.) şöyle karşılık verdi:
Ağrımayan tarafımla çiğniyorum yâ Resûlullah! (s.a.v.)
Süheyb'in (r.a.) bu cevabı üzerine Efendimiz (s.a.v.) dişleri gözükünceye kadar güldü.
İmam Ahmed, Müsned, I/379; İbn Mâce, II 1139

AĞLAMASI

Bir gün Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) oğlu İbrahim'in hastalandığı haberi geldi. Resûlullah (s.a.v.) Abdurrahman (r.a.) ile birlikte aceleyle onun yanına vardı. İbrahim son anlarını yaşıyordu. Efendimiz (s.a.v.) onu şefkatle kucağına alıp bağrına bastı. O sırada Peygamberimizin (s.a.v.) mübarek yanaklarından gözyaşları süzülmeye başladı.
Abdurrahman (r.a.):
Sen de mi ağlıyorsun Ey Allah'ın elçisi? Ağlamayı yasaklamamış mıydın? diye sordu.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Ben kendisinde bulunmayan özellikleri sayıp dökerek ölü üzerine bağıra bağıra ağlamayı yasakladım. Benim bu ağlayışım ise merhametten ibarettir. Acımayana, acınmaz...
M. Asım Köksal, islam Tarihi, VII, 352

AKSIRINCA

İki kişi Allah Resûlü'nün (s.a.v.) huzuruna geldi. Bunlardan biri asilzade, diğeri ise değildi.
O esnada asilzade aksırdı.
Fakat;
"Elhamdülillah" demedi.
Bir zaman sonra diğeri de aksırdı.
Ama o;
"Elhamdülillah" dedi.
Efendimiz (s.a.v.) o'na:
- Yerhamükellah dedi.
Asilzade sordu:
- Ona dediğini neden bana demedin?
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle cevap verdi:
- O Allah'ı anınca ben de andım, Sen Allah'ı unuttun ben de seni unuttum.
İbn Ebi'd-Dünyâ, el-Edebu'l-Mülred, 226/2

ASLA ESNEMEDİ

Mesleme (r.a.) şöyle demiştir:
- Hiç bir peygamber, asla esnememiştir.”
Yezid bin Asam (r.a.) der ki:
- Peygamber Efendimiz'de hiç bir vakit esnemezdi!”
Ebu Hureyre (r.a.) şunu söyledi:
- Peygamberimiz (s.a.v.) aksırdığında, yüzünü kapatır ve aksırığını gizlerdi."
Suyuti, age, 1/126;İbnü'l-Cevzi, age, 381

RESÛLULLAH (S.A.V.) SEVER

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- (Dinde) Hastalık bulaşması ve uğursuzluk diye bir şey yoktur. Ancak "fe'l" hoşuma gider.
Sahabeler (r.a.) sordu:
- Ya Rasûlallah! (s.a.v.) fe'l nedir?
Efendimiz (s.a.v.):
- Güzel söz, hayra yorma, diye cevap verdi.
Buhârî, VI1/180,175; İbn Mace, 3537

HEDİYE

Hz. Aişe (r.a.) şöyle derdi:
Resûlullah (s.a.v.) hediyeyi kabul ederdi. Hediyeye daha güzel bir hediye ile karşılık verirdi. Bana bir paça bile hediye edilse onu kabul ederim, Ben paça yemeğe bile davet edilsem giderim, derdi.
Tirmizî, Şemâil. 192; Ibnü'l-Cevzi, age, 392-393

EVDEKİ HAYAT

Hazreti Hüseyn (r.a.) babası Hazreti Ali'ye (r.a.) sordu:
- Resûlullah (s.a.v.) eve gelince ne yapardı?
O'da (r.a.) şunları söyledi:
Efendimiz (s.a.v.) evine girdiğinde, vaktini üçe ayırırdı: Bir kısmını Allah'a, bir kısmını ailesine,
Bir kısmını da kendisine.

OTURUŞ TARZI

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) genellikle diz çökerek otururdu. Bunun yanında, (edeb dairesi içerisinde) bağdaş kurarak, çömelerek, ayağını sarkıtarak v.b. şekillerde de oturmuştur.
Kayle (r.a.) der ki:
Resulullah'ı (s.a.v.) büyük bir mahviyet ve tevazu içerisinde otururken görünce, heybetinden vücûdum titremeye başlamıştı.
Buhârî, 1,105; Tirmîzî, Şemail, 8. bölüm. 13.hadis

YEMEK TARZI

Efendimiz (s.a.v.) sirke, bal, zeytin yağı ve sebze gibi bazı yemekleri çok severdi. Bir gün Ummü Hânî'nin evine gitti ve:
- Yiyecek birşeyler var mı?" diye sordu.
O'da:
- Sirkeden başka bir şey yok" deyince,
- Sirke olan evde hiçbir şey yok denemez, buyurdu.
Arabistan'da "Hîs" denen bir yemek türü vardır. Tereyağına peynir ve hurma konarak hazırlanır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu yemeği de çok severdi. Peygamberimiz (s.a.v.) soğuk ve tatlı içecekten hoşlanırdı. Sütü de çok severdi. Sütü bazen katıksız bazen de içine biraz su karıştırarak içerdi. Kayısı, hurma ve üzüm tanesinin de hoşafını içerdi.
Sofraya gelen yemeği beğenmediği takdirde elini uzatmazdı. Ama hiçbir zaman da kötü demezdi. Önündeki yemeğe elini daldırıp eliyle karıştırmazdı. Başkalarını da bundan menederdi.
Hiçbir zaman bir yere dayanarak yemek yemezdi. Resulullah (s.a.v.), yemek yerken önünden yerdi.
Tirmizî, Şemail, 175; Ebu Davûd, Et'ime, 49; Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku’n-Nebi, 192

YEMEĞİN BEREKETİ

Bir grup Müslüman (r.a.) Resûlullah'a (s.a.v.) gelerek:
- Biz yiyoruz, yiyoruz ama bir türlü doymuyoruz, dediler.
Efendimiz (s.a.v.):
- Herhalde tek tek yiyorsunuz,
deyince:
- Evet, dediler.
İnsanlığın Sultânı (s.a.v.) onlara şu tavsiyede bulundu:
O halde sofraya topluca oturun ve besmele çekerek başlayın. Göreceksiniz ki Allah yemeğinizin bereketini artıracaktır.
Selman (r.a.) Resulullah (s.a.v.) bereketle ilgili şunları söylemişti:
- Yemeğin bereketi hem yemekten önce, hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır.
İbn Mâce, II, 1093, nr. 3286

HURMA VE EKMEK

Şiddetli göz ağrısı çektiği bir sırada Suheyb-i Rumî (r.a.) Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'i evinde ziyaret etmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) o sırada yemek yiyordu. Sofrasında ekmek ve hurma vardı.
Süheyb'e (r.a.):
Buyur ye! dedi.
Süheyb (r.a.) hemen sofraya oturup yemeye başladı. Sultân-ı Kevneyn Efendimiz (s.a.v.) ona takıldı:
- Hem gözün ağrıyor hem de hurma yiyorsun ha!..
Hazır cevap olan Süheyb (r.a.) şöyle karşılık verdi:
- Ağrımayan tarafıyla çiğniyorum yâ Resûlullah!...
Bu cevap Resûlullah'ın (s.a.v.) çok hoşuna gitmiş, azı dişleri görününceye kadar gülmüştü.
İbn Mâce, Tıb,3

HER İSTEDİĞİMDE

Ebu Ubeyd (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v.) için bir tencere et yemeği pişirdi. Etin kol kısmı Resûlullah'ın (s.a.v.) hoşuna giderdi. Bunu bilen Ebu Ubeyd (r.a.) kol kısmını ona ikram etti. Efendimiz (s.a.v.) onu yedikten sonra:
- Bana bir kol daha ver, dedi.
O da bitince:
- Bana bir kol daha ver dedi.
O da;
- Ya Rasûlullah! (s.a.v.) Bir koyunun kaç kolu vardır? dedi.
Efendimiz şu cevabı verdi.
- Canım elinde olan Allah'a yemin olsun! İsteğimi yerine getirseydin, her istediğimde kol eti verebilirdin.
İmam Ahmed, Musned, III/484,485

KUL PEYGAMBER

Bir gün Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) Hazreti Âişe'ye (r.a.) şöyle dedi:
- Âişe! ben istersem, altın dağları arkamdan yürür. Bir melek bana gelerek: Rabbi'nin Sana selâmı var. Diyor ki: "Hükümdar-peygamber olarak mı, yoksa kul-peygamber olarak mı yaşamak istersin? Meleğin yanındaki Cebrail, bana alçak gönüllü olmam işaretini verdi. Ben de kul-peygamber olarak yaşamayı seçtiğimi söyledim.
Peygamberimiz (s.a.v.) o günden sonra bağdaş kurup, sofraya iyice yerleşerek yemek yemedi. Diz çökerek yerdi ve hep şöyle derdi:
- Ben, sıradan bir insanın yediği gibi yer ve sıradan bir kulun oturduğu gibi otururum.”
İbn-i Sa'd.Tabakât, I,381

DİNLENMİŞ SU

Peygamberimiz (s.a.v.), dostu Ebû Bekir’le (r.a.) birlikte, Medineli bir sahabeyi ziyarete gitti. Sahabe bahçesini sulamaktaydı. Efendimiz(s.a.v.) o'na:
- Su testisinde gecelemiş suyun varsa bize ikram et, yoksa şu sudan içeriz, dedi.
O'da:
- Var Ey Allah'ın Elçisi, testide dinlenmiş suyum var, dedi.
O sudan Resulullah'a (s.a.v.) ikram etti. Suyu içtikten sonra Peygamberimiz de (s.a.v.) Ebû Bekir'e (r.a.) ikram etti.
Buhârî, VI, 247-249

YEMEK DUASI

Ebu Said el-Hudri (r.a.) anlattı:
- Peygamberimiz (s.a.v.) yemek sonrası sofra kaldırıldığında şu duayı yapardı: "Bize yediren, Bizi içiren, Bizi müslümanlardan kılan Allah'a hamdolsun."
Ebu Dâvud, Sünen, 3850

AVUÇLA

Hazreti Ömer'in oğlu Abdullah ve arkadaşları (r.a.) Peygamberimizle (s.a.v.) birlikte yolculuk ediyordu. Yolda önlerine bir su havuzu çıktı. Suyu görür görmez, hemen eğilerek ağızlarıyla içmeye başladılar. Bu manzarayı seyreden Efendimiz (s.a.v.) onları şöyle uyardı:
- Arkadaşlar! Öyle eğilip ağzınızla içmeyiniz. Ellerinizi güzelce yıkayıp avuçlarınızla içiniz. Çünkü avuçtan daha güzel bir kap yoktur.
Bir defasında da şöyle buyurmuştu:
- Suyu devenin içtiği gibi hiç dinlenmeden bir içişte içmeyiniz. İki veya üç defa dinlenerek içiniz, içmeye besmele ile başlayınız. Bardağı dudağınızdan ayırınca da "Elhamdülillah" deyiniz.
İbn Mâce, Sünen, II, 1134, nr. 3433

SAĞ TARAF

Resûlullah aleyhisselatü vesselam bir gün Enes’in (r.a.) evindeydi. Sağında bir bedevi, solunda Hazreti Ebu Bekir (r.a.) karşısında da Ömer (r.a.) oturuyordu. Enes (r.a.) onlar için koyundan süt sağdı. Resûlullah (s.a.v.) ikram edilen sütten içti. Enes (r.a.) sütü Hazreti Ömer'e (r.a.) takdim etti. Hazreti Ömer (r.a.) ise önce Hazreti Ebu Bekir'in (r.a.) içmesini istedi. Resûlullah (s.a.v.) ise sağ tarafında oturan bedeviye uzatarak:
- Sağa, sağa, buyurdu.
Buhârî, Sahih, 111,144; VII,142

HEM YİYECEK HEM İÇECEK

İbn Abbas şöyle dedi:
- Resûlullah'ın (s.a.v.) en sevdiği içecek süttü.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Allah bir kimseye bir yiyecek yedirirse: Allah'ım! Bunu bize mübarek kıl ve bunu iyisiyle değiştir, desin. Allah her kime süt içirirse: Allah’ım! Bu sütü bize mübarek kıl ve bize artır, desin. Biz sütten başka yiyecek ve içeceğin yerine geçecek bir şey bilmiyoruz. Sütten başka hiçbir şey yemek ve su yerine geçmez. O hem tok tutar hem de harareti keser.
Kenzü'l-Ummal, 1822 İbn Mace, Sünen, 3322

ÜÇ SOLUKTA

Ebu Katade (r.a.) Peygamber'imizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu söyledi:
- Biriniz bir şey içtiği zaman kabın içine solumasın.
Enes (r.a.) anlattı:
- Peygamberimiz (s.a.v.) su içeceği zaman üç solukta içerdi. Önce besmele çeker bir yudum içer. Sonra yine besmele çeker bir yudum daha içer. Sonra tekrar besmele çeker bir yudum daha içerdi. Bitince de Allah'a hamdederdi.
Buhârî, Sahih, I,50; VII, 146, Mecmau'z-Zevâid, 11/100 Buhâri VJI/146

ÇOCUĞA İKRAM

Efendimiz (s.a.v.), sağ tarafında bir çocuk, solunda ise yaşlı insanlar olduğu halde oturuyordu. Bu sırada kendisine içecek bir şey getirildi. O da ondan içti. Sağdan başlamak âdeti olan Resulullah (s.a.v.) çocuğa:
“Bu içeceği yaşlı insanlara vermem için, izin verir misin?" diye sordu.
Efendiler Efendisi'nin (s.a.v.) sunduğu içeceğin manevi kıymetinin farkında olan çocuk:
- İlahi, senden gelen nasibimi kimseye veremem, dedi.
Bu güzel söz üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) çocuğa ikram etti.
Ahmed, Müsned. V/333

YEMİNİ

İbn Ömer (r.a.) anlattı. Resulullah'ın (s.a.v.) yemini şöyleydi:
“Kalpleri değiştiren hakkı için, hayır!”
Ebu Hureyre (r.a.) ise şöyle yemin ettiğini söyledi:
“Allah'tan mağfiret dilerim ki, Hayır!”
Buhârî, Sahih, VII1/157,160; Ebu Dâvud, 3560,3775

SU DAĞITAN

Enes (R.A.) şunu anlattı:
- Peygamber Efendimiz (s.a.v.) arkadaşlarına su ikram ediyordu.
Arkadaşları O'na:
Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Kendin içseydin ya, dediler.
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Cemaate su dağıtan, onların en son içenidir.
Ahmed. Müsned, IV/354,383; V/303

HALKLA İLİŞKİLERİ

Hazreti Hasan (r.a.) Hind'e (r.a.):
- Resûlullah (s.a.v.) evden çıktığında ne yapardı?, diye sordu.
O'da (r.a.) şu cevabı verdi:
- Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendini ilgilendiren araları ısındıran ve soğukluğu kaldıran konularda konuşurdu. Hiç kimseden güler yüzünü, güzel huyunu esirgemezdi. Ashabını arardı olup bitenleri sorardı. İyiyi över, desteklerdi. Kötüyü de yererdi. Allah'ı zikretmedikçe ne kalkar, ne otururdu. Oturan herkese kendisiyle birlikte verirdi nasibini. Öyle ikram ederdi ki sanırdı yanındaki yok kendinden üstün biri. Kendisinden bir kimse bulununca istekte reddetmez verir onu, ya da tatlı bir dille geri çevirirdi onu. Daima güleryüzlü yumuşak huyluydu. Katı kalpli değildi ne ayıplardı ne de överdi. Göz yumardı hoşlanmadığına düşürmezdi umanı umutsuzluğa alıkoymuştu üç şeyden kendisini ne çekişirdi insanlarla ne de çok konuşurdu boş şeylerle uğraşmaktan kendisini korurdu. Görünce bir muhtacı ona yardım edin derdi. Kesmezdi kimsenin sözünü bâtıl olmadıkça, şâyet böyle olursa ya düzeltir sözü ya da kalkıp giderdi.
Zebidî, Ithalu's-Sadeti'i-Muttakîn, VII/107

İNSANLARLA GÖRÜŞMESİ

Peygamberimiz (s.a.v.), biriyle görüşeceği zaman, önce selam verir ve tokalaşırdı.
Biri eğilerek kulağına bir şeyler söylerse, o kişi ağzını, kulağından çekinceye kadar onun tarafına yüzünü çevirmezdi.
Tokalaşırken de adeti böyleydi. Yani birinin elini tutunca, o kişi elini kendiliğinden çekmediği sürece onun elini bırakmazdı.
Bir toplantıda otururken, dizleri hiçbir zaman yanında oturanlardan daha önde olmazdı.
Kendisini ziyarete gelmek isteyen kimse, kapısının önüne gelip durur, önce 
- Es-Selâmü aleyküm der, sonra:
- İçeri girebilir miyim? diye izin isterdi.
Kendisi de biriyle görüşmek üzere gittiğinde aynı şekilde izin isterdi. Bu şekilde hareket etmeyenleri kabul etmez, geri çevirirdi.
Ebü Davûd, II, 156; Ebu Davûd, Edeb, 5

YATMADAN ÖNCE

İbn Abbas (r.a.) Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v.) her gece yatmadan önce, gözlerine üçer defa sürme çektiğini, söyledi.
Hazreti Aişe (r.a.) gördüklerini şöyle anlattı:
- Peygamberimiz her gece, yatağına geldiğinde avuçlarını birleştirip sonra onlara üfleyerek içlerine İhlas, Felak ve Nas surelerini okur, ellerini vücudunun gücü yeten yerlerine sürer; önce başına, yüzüne ve vücudunun ön kısmına sürerek başlar ve bunu üç defa tekrar ederdi.
Müslim, 2081,2082; İbn Mace, Kitabü't-Tıb, 38 Hakim, Müstedrek, IV/408

UYANINCA

Ebu Zerr (r.a.) anlattı:
- Resûlullah (s.a.v.) uyandığında şu duayı yapardı: “Bizi öldükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun. Diriltmek O'na aittir."
Ebu Dâvud, Kitâbu'l-edeb; 106; İbn Mace, Sünen, 3880

SAÇ BAKIMI

Peygamberimiz (s.a.v.) üst-baş temizliğine çok dikkat ederdi. Saçının düzenli olmasına özen gösterirdi. O'na (s.a.v.) göre temizlik ne ise bakım da aynı şeydi. Gözü güzel şeyler görmeye alıştırmak ve başkalarının da göz zevkine saygılı olmak zarifliğini her zaman gösterirdi.
Bir gün saçı-başı dağınık birini gördü. Adamın halinden hayli rahatsız oldu ve şöyle serzeniş etti:
- Bu adamcağız, acaba saçına çeki düzen verecek bir şey bulamamış mıdır!?
Bir başka gün, üstü başı kir içinde birini gördüğünde:
- Bu adamcağız, acaba çamaşırını yıkayacak su bulamamış mıdır!? diyerek hoşnutsuzluğunu ifade etti.
Ebu Dâvud, Sünen, IV, 74

GİYİMİ

Peygamberimiz (s.a.v.) tek tip giyinmezdi. Genel olarak giydiği elbise harmani, gömlek ve etekti. Sarığının ucu bazen mübarek göğsüne doğru, bazan da omuzlarının arasına doğru sarkardı. Sarığı çoğunlukla siyah renk olurdu. Sarığının altında başına geçirdiği bir takke bulunur ve:
- Bizi müşriklerden farklı kılan, sarığın altına takke takmamızdır. buyururdu.
Giyimde en çok çizgili kumaşları severdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) kırmızı elbise de giymişti. Kırmızı elbise dedikleri şey, üzerinde kırmızı çizgilerin bulunduğu Yemen kumaşından bir elbise olduğu için buna "kırmızı elbise" denmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) siyah, kırmızı, yeşil, sarı, elbise giymişti. Ancak en sevdiği, beyaz renkli elbise idi. Efendimiz (s.a.v.) debdebe ve gösterişten nefret ederdi. Bununla birlikte kıymetli elbiseler de giyerdi.
Ebu Davüd, Libâs, 51; Ali El-Kârî, Cem'u'l-Vesâil, sh.199; Buhârî, Libâs, 18; Buhârî, Libâs, 35. Müsned-i İbn-i Hanbel, c.l, s. 247.Tirmîzî; Libâs, 10. 299

GÖRÜNSÜN

Mâlik bin Nazla (r.a.) adında biri vardı. Bir gün dağınık bir kıyafetle Efendimiz'in (s.a.v.) yanına gitti, bu şekilde gören Resulullah (s.a.v.) sordu:
- Senin malın mülkün var mı?
- Evet, var ey Allah'ın Resulü.
- Ne gibi malların var?
- Allah bana deve, koyun, at sürüleri, arpa ve buğday harmanlan ihsan etmiştir.
- Eee! Allah sana mal-mülk ihsan etmişse, Allah'ın nimetinin ve ikramının eseri üzerinde görünsün.
Tirmîzi, Sünen, IV, 364

GÜZEL GİYİM

Çok yakışıklı bir adam Hazreti Resulullah'a (s.a.v.) gelerek:
Ey Allah'ın Resûlü! Ben güzelliğe aşırı derecede ilgi duyan biriyim. Gördüğünüz gibi o güzellikten ben de nasiplendim. Hiç kimsenin benden daha güzel giyinmesine gönlüm razı olmaz. İsterim ki ben herkesten üstün olayım. Hatta bu papucumun tokası bile olsa. Acaba bu davranışım kibir midir?
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) cevap verdi:
Hayır, aslâ!.. Asıl kibir sahip olduğu nimeti hazmedemeyip şımarmak ve insanlara tepeden bakmaktır.
Ebü Dâvud, Sünen, IV, 84

TEMİZ ELBİSE

Birini kirli elbise giymiş halde görünce:
- Bu adam elbisesini yıkamaktan âciz mi?" buyurdu.
Başka birgün adamın biri berbat bir elbise giymiş olarak huzuruna geldi.
Allah Resulü (s.a.v.):
- Hiç imkânın yok mu? diye sorunca,
adam:
- Var dedi.
Bunun üzerine:
- Madem Allah Teâlâ sana ihsanda bulunmuş, o halde bu, üstünde görünmelidir" buyurdu.
Adamın birinin saçını bakımsız ve darmadağınık görünce:
- Bu adam saçlarını temizleyip düzeltmeyi beceremez mi? buyurdu.
Ebu Davüd, Libâs, 25; İbh-i Hanbel, 4/137; İbn-i Mâce, Libâs, 37

UZUN ELBİSE

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), elbisenin topukları geçecek şekilde uzun olmasını istemezdi, Elbisesini kibir ve gösteriş için yerde sürüyenleri de uyarırdı, bir gün Ubeyd, Medine sokaklarında elbisesini sürüyerek yürüyordu. Bu sırada arkasından bir ses işitti:
Elbiseni yukarı kaldır! Elbisenin yerde sürünmemesi onun daha temiz kalmasını ve uzun süre dayanmasını sağlar.
Ubeyd (r.a.) arkasına dönüp bakınca bu sözleri söyleyenin Peygamberimiz (s.a.v.) olduğunu gördü ve şöyle diyerek özür beyan etti:
- Ey Allah'ın Elçisi! O değersiz bir elbisedir.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Sen her konuda olduğu gibi, kıyafet konusunda beni örnek almaz mısın?”
Tirmizî, Şemâil, 18. bâb, 2

GÜZEL KOKU

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) güzel kokuyu çok severdi. Herhangi biri güzel kokulu bir şeyi hediye gönderdiğinde, hiçbir zaman geri çevirmezdi. Sükte denilen özel bir kokuyu Peygamberimiz (s.a.v.) daima kullanırdı.
Sahabeler (r.a.) şöyle demiştir:
- Allah Resûlü, (s.a.v.) hangi sokaktan geçse orası güzel kokuyla dolardı. Çoğu kez erkeklerin güzel kokusu öyle olmalı ki güzel koku yayılıp renk görünmemelidir. Kadınların ki ise, güzel koku yayılmayıp renk görülmelidir, buyurdu.
Tirmizî, Şemâil, 32. bab, 4

SÜRME ÇEKMESİ

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), yanında sürmedan bulundurur, her gece yatmadan önce bu sürmedandan üç kez sağ gözlerine, üç kez de sol gözlerine sürme çekerdi. Bu konuda; Gözlerinizi "İsmid" ile sürmeleyiniz. İsmid ile sürmelemek göze cila verir ve kirpik bitirir." buyururdu.
Tirmîzî, Şemâil, 7. bab 1

YÜZÜĞÜ

Hazreti Ali (r.a.) der ki:
- Resûlullah aleyhisselam yüzüklerini sağ ellerine takarlardı.
Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatır:
- Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) gümüşten bir yüzüğü vardı. Onu kaşı avucunun içine gelecek şekilde parmağına takmıştı. Kaşında "Muhammedün Resulullah" yazılıydı.
Tirmizî, Şemâil, 11. bab, 1 ve 7. hadis, Ali Yardım, age, 153

BİR ÇİFT POTİN

Peygamberimiz (s.a.v.) hayatı boyunca çok çeşitli ayakkabılar giymişti. Bunlar genelde sıcak iklime uygun papuç ve sandal tarzında idi. Bir de Habeş Kralı Necâşî (R.A.) tarafından kendisine potin hediye edilmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) bu potini eskiyinceye kadar giydi.
Bir gün arkadaşlarıyla araziye çıkmıştı. Mübarek ayağında da bu potinler vardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir ağacın altına oturdu ve potinlerini çıkardı. İhtiyaç için oradan ayrıldı. Tekrar ağacın altına döndü. Potinlerinden birini ayağına giydi. Diğerini tam giyeceği sırada bir kuş ansızın gelerek potini kaptı ve havalandı. Kuş bir hayli yükselince potini ters çevirdi. İçinden bir şey yere düştü. O da ne!? Kocaman bir yılan... Olayı seyreden Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Bu koruma bana Allah'ın bir lütfudur.
Ali el-Kârî, Cem'ul-Vesâil, 153

BİNEKLERİ

Allah Resûlü (s.a.v.) ata binmeyi çok severdi. Atı öven bir çok söz söylemişti. Atlardan başka katıra, eşeğe ve deveye de binerdi.
Peygamberimiz'in (s.a.v.) özel bineği olan atın adı Luhayf, eşeğin adı Afîr, Düldül, katırın adı Tîh, develerin adı ise Kusvâ / Adbâ idi.
Peygamberimiz'in (s.a.v.) Senceh adında bir atı daha vardı. Bir keresinde onu yarışa çıkardı, rakiplerini geçince buna çok sevindi.
İbn-i Hanbel, 5/27; Şiblî Numânî, age, 515; Dârakutnî, 2,552

YOLCULUK ÖNCESİ

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yolculuğa çıkarken şu eşyaları yanına alırdı:
Ayna, Tarak Misvak, Sürmedan, Makas, Saç Yağı, Koku Şişesi, Çubuk.
İbn Sa'd, Tabakât, 1,484, Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili, 114

YOLCULUK ALIŞKANLIKLARI

Resûlullah aleyhisselatü vesselam perşembe günü yola çıkmayı sever ve sabah erkenden hareket ederdi. Bineğin yanına gelip de ayağını üzengiye koyduğu sırada, "Bismillah" der, semer üzerine oturunca da üç kere tekbir getirir, arkasından da şu âyeti okurdu:
"Bunu bizim emrimize veren Allah'a hamd ve sena olsun. Halbuki biz onu kendimize boyun eğdiremezdik. Ve biz Rabbimize doğru dönenleriz." (Zuhruf 43/13)
Sonra şu duayı okurdu:
“Ey Allahım! Yolculuğumuzda Senden iyiliği, kötülükten sakınmayı senin seveceğin hareket ve işleri istiyoruz. Ey Allahım! Bu seferimizi kolaylaştır. Bu mesafeyi bize aldır. Ey Allahım! Yolculukta Sen arkadaşsın. Çoluk çocuğu bıraktığımız vekil Sensin. Ey Allahım! Yolculuğun sıkıntısından, geri dönüşün hüznünden ve döndüğümde çoluk-çocuğumu ve mallarımı kötü bir halde bulmaktan Sana sığınırım."
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yolculukta bir tepeye çıkarken "Allahüekber!" diyerek tekbir getirirdi. Aşağı inerken de "Sübhanellah" diyerek tesbih okurdu. Sahabeler de O'na uyarak aynısını tekrar ederlerdi. Bir yerde mola verdiklerinde şu duayı okurdu:
“Ey yeryüzü! Benim ve senin Rabbin Allah'tır. Senin ve senin içinde bulunanların şerrinden ve senin içinde yaratılanların kötülüğünden, senin üzerinde yürüyenlerin şerrinden Allah'a sığınırım. Ey Allahım! Arslanların, yılan ve akreplerin ve bu beldede yaşayan insanlann şerrinden Sana sığınırım."
Yol dönüşü ise:
“Geri dönücüleriz, Tevbe edicileriz, İbâdet edicileriz, Rabbimize hamd edicileriz”, diye dua ederdi.
Buhârî, Cihâd, 103; Ebu Davüd, Cihâd, 75; İbn-i Hanbel, 2,132

BİR ŞEHRE GİRERKEN

Efendimiz (s.a.v.) herhangi bir yerleşim merkezine girerken şu duayı okurdu:
“Ey yedi kat göğün ve üzerine gölgesini yaydığı her şeyin Rabbi olan Allahım! Ey yedi kat yerin ve onun üzerinde yaşayan her şeyin Rabbi olan Allahım! Ey şeytanların ve onların yoldan çıkardığı bütün nefislerin Rabbi olan Allahım! Ey rüzgârların ve onların uçurduğu eşyaların Rabbi olan Allahım! Senden bu beldenin ve bu beldede yaşayanların iyiliğini istiyor ve bu beldenin şerrinden ve bu beldede bulunanların şerrinden Sana sığmıyorum."
Medine'ye her dönüşünde önce mescide gider ve iki rekat namaz kılardı.

Kaynak : hazretieyupsultan.com

Resulullah’ın (s.a.v.) Sureti



O’NU ANLAT

Ünlü komutan Hâlid bin Velid (r.a.) ordusuyla bir sefere çıkmıştı. Uzun süren yolculuğun ardından bir aşiretin yakınında konakladılar. Aşîret reisi, Halid bin Velid’i  (r.a.) ziyarete geldi. O Kâinatın Efendisi’ni (s.a.v.) yakından tanımak istiyordu:
- Efendim bize Hazreti Muhammed’i (s.a.v.) anlatır mısın?
- O’nun güzelliklerini anlatmaya gücüm yetmez!
- Bildiğin kadarıyla anlat.
- Gönderilen, Gönderen’in kıymetince olur.
(Gönderen âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ (c.c.) olunca, gönderilen Elçisi’nin kıymetini var sen hesap et!)
Münâvi, V, 92/6478; Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniyye Tercümesi, İstanbul 1984, s. 417

O’NUN GİBİ

Ebu Kursâfe  (r.a.) saadet çağında yaşayan bir çocuktu. Annesi ve teyzesi ile birlikte Resulullah’ı  (s.a.v.) ziyarete gittiler. Bir süre oturduktan sonra izin istediler. Eve doğru yola koyuldular. Peygamberimiz  (s.a.v.) ile görüşmenin sevinci içindeydiler. Bu sırada annesi, teyzesine şunları söylüyordu:
- Ben O’nun kadar güzel, O’nun gibi temiz, O’nun kadar tatlı sohbet eden birisini görmedim… Konuşurken mübarek ağzından sanki nûr çıkıyordu…
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, 1/119-120

GÜZELLER GÜZELİ

O’nun sevdalılarından El-Bera  (r.a.) dedi ki:
- Ben, Resûlullah’tan (s.a.v.) daha güzel hiçbir şey görmedim. O ay gibi parlardı.
Cabir Efendimiz’in  (r.a.) güzelliğini:
- Peygamber Efendimiz'i (s.a.v.) kırmızı bir elbise giymiş olarak gördüm. Bir ona bir de gökteki aya baktım. O, (s.a.v.) benim gözlerimde aydan daha güzeldi, sözleriyle anlattı.
Ümmü Ma’bed’in  (r.a.) tarifi ise şöyleydi:
- Uzaktan, insanların en tatlısı ve en güzeli, yakından da en açığı ve en güzeliydi.
Hanımı Hazreti Aişe  (r.a.) ise:
- Resûlullah (s.a.v.) insanların en güzel yüzlüsü ve rengi en parlak olanıydı. dedi.
Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve, I/200; Buharî, Kitabü’l-Menakıb, bab: 23; İmam Ahmed, Müsned, IV/281, V/102,Tirmizî, Sünen, Kitâbü’l-edeb, nr: 2811; Beyhakî, age, 1/196, Ebu Nuaym, Delailü’n-Nübüvve, 283-287

İSİMLERİ

Peygamber Efendimiz  (s.a.v.) buyurdu:
- Benim bir takım isimlerim vardır: Bir ismim “Muhammed“dir. Bir ismim de “Ahmed“dir. İsmimin biri de “Mâhî”dir ki, Allah benim vasıtamla küfrü mahveder. Diğer bir ismim de “Hâşir“dir. Yani kıyamet gününde ben herkesten önce dirileceğim diğer insanlar ise benden sonra dirilecektir. İsimlerimden birisi de “Âkıb“dır. Âkıb, artık kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyecek kimse demektir.
Peygamberimizin  (s.a.v.) yirmi üç adı vardır. Bunlar : Muhammed, Ahmed, Mâhî, Haşir, Âkıb, Mukaffî, Nebiyyu’r-rahme, Nebiyyu’ t-tevbe, Nebiyyü’l-melâhim, Şâhid, Mübeşşir, Bedr, Dahûk, Kattal, Mütevekkil, Fâtih, Emîn, Hâtem, Mustafa, Rasûl, Nebî, Ummî, Kusem‘dir.
Mukaffî ve Âkıb : Peygamberlerin sonuncusu demektir.
Melâhim : Savaşlar manasına gelir.
Dahûk : Onun Tevrat’taki adıdır. Güzel latife yaptığı için böyle denilmiştir.
Kusem : Vermek manasına gelir. O insanların en cömerdiydi.
Tirmizî, Şemail, 50.bab, 1. hadis, Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve (1/160)

MÜBAREK VÜCÛDU

Hazreti Hasan  (r.a.) küçükken, Gönüllerin Sultanı Efendimiz  (s.a.v.) vefat etmişti. Yıllar geçtikçe O’nu  (s.a.v.) daha çok özleyen Hasan  (r.a.), dayısı Hind’e  (r.a.) dedesini  (s.a.v.) anlatmasını istedi. O’da  (r.a.) söze şöyle başlamıştı:
- Resûlullah’ın (s.a.v.) bütün vücudu düzgündü. Ne şişman ne de zayıftı…
İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, 344

RESULULLAH’IN (S.A.V.) MÜBAREK BAŞI

Hazreti Ali’ye (R.A.) soruldu:
- Peygamberimizin başı nasıldı?
- O’nun başı büyüktü. dedi.
- O’nun alnı nasıldı? diye Hazreti Hind’e (R.A.) sorulunca:
- Resûlullah geniş alınlıydı, dedi.
Beyhakî, age, 1/216, Tirmizî, Şemail, 6

MÜBAREK YÜZÜ

Hind, (R.A) Efendimiz’in (s.a.v.) yüzünü şöyle tarif etti:
- Her türlü büyüklük Resûlullah’ta (s.a.v.) toplanmıştı. O’nun (s.a.v.) yüzü, ayın ondördü gibi parlardı. Yanakları da düz idi.
Hazreti Ali (R.A) ise:
- Resûlullah’ın (s.a.v.) yüzü yuvarlakçaydı. dedi.
Ümmü Ma’bed (R.A) O’nun (S.A.S.) hakkında:
- Güzelliği aşikâr ve parlak yüzlü bir zat idi. demiştir.
Beyhakî, age, I/214,125, Ibn Kesir, age, VI/20,21, İbn Sa’d, Tabakat, I/230; Tirmizî, Kıyâmet/42

EFENDİMİZ’İN (S.A.V.) BURUN ŞEKLİ

Hind bin Ebî Hâle  (r.a.) O’nun (s.a.v.) burnunu şöyle tarif etti:
- Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v.) burun kemiğinin ortasında bir kavis.vardı. Burnunda, ona güzellik veren bir parlaklık vardı. Dikkat etmeyen kimse onun burun kemiğinin uzun olduğunu zannederdi.
Zebidi, Ithafü’s-Sadeti’l-Müttakîn, Beyhakî, age, I/286

AĞZI VE DİŞLERİ

Hazreti Cumey  (r.a.), Hind  (r.a.), Ebu Hureyre  (r.a.) ve İbni Abbas  (r.a.) Efendimizin  (s.a.v.) mübarek ağzını şöyle tarif ettiler:
- Resulûllah (s.a.v.) güzel ve geniş ağızlıydı. Dişleri aralıklıydı. Gülümsediğinde dişleri dolu taneleri ve nur gibi görünürdü.
İbnü’l-Cevzi, age, 337; İbn Kesir, age, VI/37; Beyhakî, age, I/288; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII/279

SAÇLARI VE SAKALI

Enes İbn Malik  (r.a.):
- Resulullah’ın (s.a.v.) saçı, orta bir saçtı. Ne kıvırcık ne de düz idi, dedi.
Hind bin Hâle  (r.a.) ise şöyle anlattı:
- Saçı, kendiliğinden ikiye ayrılır, yanlarına dökülürse, onları birleştirmezdi. Birleştikleri zaman ise onları ayırmazdı, oldukları gibi bırakırdı. Saçını uzattığında, kulaklarının memesini geçerdi.
Hazreti Ali  (r.a.) şunu söyledi:
- Resûlullah’ın (s.a.v.) sakalı sıktı.
El-Berâ’nın  (r.a.) tarifi:
Resûlullah’ın (s.a.v.) omuzlarına dökülen saçları vardı, şeklindeydi.
Buhârî, Kitabu’l-menâkıb, 23; Beyhakî, age, I/214,125,1/216, Nesâî, VII/183

KAŞI, GÖZLERİ VE KİRPİKLERİ

Hazreti Hind  (r.a.) şöyle dedi:
- Kaşları uzun, uçları ince ve araları çok yakındı. Kirpikleri ise uzundu. Göz bebeklerinin siyahı çok siyahtı.
Cabir Hazretleri  (r.a.) de:
- Resûlullah’a (s.a.v.) baktığım zaman iki gözü sürmeli derdim. Oysa gözlerine sürme çekmiş değildi, dedi.
Beyhakî, age, I/214,125, İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI/33, İmam Ahmed. Müsned, V/97,105, Suyuti, age, 1/117-118

MÜBAREK ELLERİ

Bir gün Avn’nın Babası  (r.a.) Efendimiz’i (s.a.v.) ziyarete gitti. Onu selamladıktan sonra mübarek elini tuttu ve yüzüne sürdü… Efendiler Efendisi’nin  (s.a.v.) eli, kardan daha soğuk, miskten daha hoş kokulu idi.
Enes b. Malik  (r.a.) de şöyle dedi:
- O ‘nun (s.a.v.) avucunun yumuşaklığı ne atlasta ne de ipekte bulunur.
Hz. Ali (r.a.):
- Resûlullah’ın (s.a.v.) elleri iriydi, dedi.
Hind  (r.a.) de:
- Avuçlarının içi geniş idi, dedi.
İbnü’l-Cevzi, age, 342; İmam Ahmed, Müsned, 111/107; Beyhakî, age, I/216; I/214

MÜBAREK OMUZLARI

El-Bera İbn Azib  (r.a.) Efendiler Efendisi'nin  (s.a.v.) mübârek omuzlarını şöyle tarif etti:
- Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v.) omuzları genişti.
Buharî, Kitâbü'l-Menâkıb, 23

MÜBAREK AYAKLARI

Hazreti Resûlullah’a  (s.a.v.) peygamberlik görevi verilmeden önceydi. Kureyşliler bir kâhine:
- Söyle bakalım! İbrahim makamındaki ayak izine içimizde en çok kimin ayağı benziyor?" dediler.
Kâhin:
- Şu yere bir yaygı serin, sonra sırayla hepiniz üzerinde yürüyün. Ben de sizlerin ayak izine bakarak cevap vereyim" dedi.
Onlar yere yaygı serip üzerinde yürüdüler. Kâhin sıra Peygamberimizin  (s.a.v.) ayak izine gelince:
- İşte! İçinizde İbrahim'e en çok benzeyeniniz budur" dedi.
Hazreti Hasan'ın dayısı Hind  (r.a.) Efendimiz'in  (s.a.v.) ayaklarını bize şöyle tarif etti:
Resûlullah'ın ayaklarının altı düz değil, çukurdu. Ayakları hafif etliydi. Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman etrafa yayılırdı.
Suyuti, age, 1/131; Beyhakî, age, I/214, 125

GÜL RENGİ

Enes İbn Malik  (r.a.):
- Resûlullah (s.a.v.) insanların en güzel renklisiydi, derken,
Ebu Hureyre  (r.a.) şöyle söyledi:
- Resûlullah (s.a.v.) beyazdı. Sanki gümüştendi.
Hazreti Ali  (r.a.) de:
- Resûlullah'ın (s.a.v.) rengi, kırmızı gül rengine yakın beyazdı dedi.
İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, VI/23. Tirmizî, Şemail, 12;Beyhakî, age, 1/212, 218

BOYU

Hind  (r.a.) der ki:
Resûlullah (s.a.v.) normalden daha uzun, çok uzun olandan kısaydı, yani uzuna yakın orta boyluydu.
Hazreti Âişe  (r.a.) O'nun  (s.a.v.) boyundaki mucizeyi şöyle anlattı:
- Yanına uzun boylu biri gelse, kendisi ondan daha uzun görünürdü, iki uzun boylu kimseyle birlikte yürüdüğünde ise onlardan daha uzun görünürdü. Onlardan ayrılınca, kendisi normal boyuna döner, o iki kişi de uzun boylu hallerine dönerdi.
Zebîdî, age, VII/145, Tarihu İbn Asakir, I/333

NEFİS KOKUSU

Peygamberimiz'in hizmetkârı Enes  (r.a.) der ki:
- Resulullah'ın (s.a.v.) yanında on yıl kaldım. Bütün kokuları kokladım. O'nun (s.a.v.) kokusundan daha güzel bir koku koklamadım. O'nun (s.a.v.) vücûdu misk ve amberden daha güzel kokardı. Peygamberimiz'in (s.a.v.) rengi gül rengi gibiydi. Atlas ve ipek O'nun (s.a.v.) vücudundan daha yumuşak değildi.
Müslim.Kilabu l-Fedâil, 8. Buhârî, Menâkıb/23, Müslim, Fezâil, 82

PEYGAMBERLİK MÜHRÜ

Selman Fârisî'nin  (r.a.) Resûlullah’ı  (s.a.v.) müslüman olmadan önceki üçüncü ziyaretiydi. Efendimiz  (s.a.v.) ashabıyla birlikte oturmaktaydı. Selman  (r.a.) bu kez daha önce bir rahibin söylediği peygamberlik mührünü görmeyi istiyordu. Selam verdikten ve belki görürüm diye, Efendimiz'in  (s.a.v.) etrafında dolaşmaya başladı. Peygamberimiz  (s.a.v.) Selman'ın  (r.a.) ne istediğini anladı. Elbisesini omuzundan biraz sarkıtıp:
- Sana söylenen mührü görmek istersen bak, dedi.
Selman  (r.a.) şaşırmıştı... Kendisine, bir rahibin ne anlattığını Efendimiz  (s.a.v.) bilmekteydi. Evet bu bir mucizeydi. Dikkatle Resûlullah'ın  (s.a.v.) mübârek sırtına baktı. İki omuzu arasındaki mührü gördü. Üzerindeki şekil, "Muhammedün Resûlullah" yazısına çok benziyordu.
Sonunda Selman  (r.a.) aradığını bulmuştu. Sevinç gözyaşlarıyla dudaklarından şu cümleler döküldü:
- Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.
Ahmed b. Hanbel, V, 442-443

Kaynak : hazretieyupsultan.com