Harun İlhan / Yeni Bahar Dergisi / Sayı : 109
Peygamberlerin en önemli vazifesi, ‘emr-i bi’l ma’rûf ve
nehy-i anil münker. İnsanları, İslam’a davet etmede gönül alıcı bir üslup
sergileyen Efendimiz, uygulamalarıyla, kendi yolundan gidenlere yol
gösteriyor.
Peygamberler, insanların hidayete ermesini ana gaye
edinmişler, bu hususla ilgili esasları vahiy aracılığıyla ortaya koymuşlar.
Kendileri de yaşayışlarıyla güzel ahlakın canlı birer örneği olmuşlar. Kâinatın
O’nun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
de, yaşayışıyla her daim ‘Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker’i (iyiliği
emretme ve kötülükten men etme) en temel düstur edinmiş, insanları İslam’a
davet etmede gönül alıcı bir üslup sergilemiş. Acaba bugün hayatımızda,
Gönüller Sultanı’nın kullanmış olduğu bu insan kazanma yöntemlerinin
hangilerini uygulayabiliyoruz?
Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem),
insanları dine davet etmede son derece sabırlı ve serinkanlı bir şekilde
davranmış. İslam’ı insanlara anlatırken en güzel irşad metotlarına başvurmuş,
insan psikolojisinin en ince ve hassas noktalarını dikkate almış. Nebiler
Nebisi, hiç kimseden ümit kesmemiş, tatlı dil ve etkileyici sözlerle herkesi
imana çağırmış. Muhatabını İslam’a kazandırmak için ne yapılması gerekiyorsa
onu yapmaktan asla geri durmamış. Kendisine yapılan en çirkin muameleleri
bile sanki olmamış saymış, kötü tavır sahiplerini utandırıcı, kişilerin
yaptıklarını yüzlerine vurucu tavırlardan kaçınmış. Bilhassa dine ısındırmak
ve İslam’a yaklaştırmak istediği kimselere özel ilgi göstermiş. İslam’ı yeni
benimsemiş veya dinî hayatı yaşamaya yeni başlamış kimselere de oldukça
anlayışlı ve iltifatlı davranmış. Dilerseniz Efendimiz’in insanları İslam’a
kazandırmada uyguladığı metotlara yaşadığı hadiseler üzerinden göz atalım.
Hicretin 17. ayında bir gün Mekke’nin ileri gelenlerinden
Hakem bin Keysan esir olarak Medine’ye getirilir. Peygamberimiz, onu İslam’a
davet eder. Ama Hakem, bu çağrıyı kabul etmediği gibi, İslam’la alay etmeğe,
Efendimiz’e dil uzatmaya başlar. Bu sırada Hz. Ömer, onun bu alaylarına daha
fazla dayanamayarak, “Ya Resûlullah! Bununla ne diye konuşuyorsun? Bu hiçbir
zaman Müslüman olmaz, verelim cezasını gitsin.” der. Fakat İki Cihan Serveri
anlatmaya devam eder. Uzun konuşmalardan sonra nihayet Hakem, anlatılanlardan
ikna olur ve şahadet getirerek İslam’a girer. Bu duruma çok sevinen Nebiler
Serveri, Keysan’la ilgili olumsuz görüşleri olan Hz. Ömer’e ve ashabına
dönerek, “Eğer sizin bu zât hakkındaki görüşünüze uysaydık, onu ilk anda
öldürmüş, cehenneme yollamış olurduk.” buyurur. Resûl-i Ekrem’in bu sözü,
düşündürücü olduğu kadar uyarıcıdır da. Hüner cehenneme adam göndermek değil,
cennete adam kazandırmaktır. İslam’ın kapısından içeri giren Hakem, bir süre
sonra müşriklerin mü’minlere hazırladığı bir komplo sonrasında şehit düşer.
Efendimiz’in sabrı ve hoşgörüsü sayesinde yalnız inkâr halinden kurtulmakla
kalmaz, şehitlik gibi yüce bir mertebeye çıkmak mutluluğuna da ulaşır.
Güler yüz, hor görmeme ve tatlı dil
Allah Resûlü, insanları İslam’a çağırmada hiçbir ayrım
yapmaz, hiç kimseyi hor görmez ve küçümsemezdi. Eşraftan birisi ile sıradan
bir köylü onun gözünde birdi. Kişinin değeri, derisinin renginde, soy
asaletinde ya da fizik güzelliğinde değil; Allah’a olan bağlılık ve
teslimiyetindeydi.
Hayber Yahudilerinden Amir’in, Yesar adında Habeşli zenci
bir kölesi vardı. Yesar, aslında dış görünüş yönünden çelimsiz, herkesin hor
gördüğü, kısacası adamdan saymadığı biriydi. Peygamberimiz, Hayber’in
kalelerinden birini kuşattığı sırada Yesar, bu yeni dinin neler söylediğini
merak edip İslam ordusunun karargâhına gelmişti. Gönüller Sultanı’nın
huzuruna varan Yesar, “Ey Muhammed! Sen insanlara neler söylüyor, onları
nelere davet ediyorsun?” diye sordu. Peygamberimiz İslâmiyeti anlatınca
Yesar, söylenenlerin hepsini kabul edip Müslüman oldu. Lakin Yesar,
insanların kendisine küçümser gözle baktıklarını bildiği için, Müslüman
olunca Efendimiz’e biraz da çekinerek şu soruyu sormaktan kendini alamadı:
“Ya Resûlullah! Ben insanların hor gördüğü siyah tenli, çirkin yüzlü,
varlıksız bir kimseyim. Şu Yahudilerle çarpışır ve ölürsem yine cennete
girebilir miyim?” Peygamberimiz “Evet” dediğinde, sanki dünyalar onun
olmuştu. Hasılı Allah Resûlü, herkesin zavallı biri olarak baktığı köle
Yesar’ı başından savmamış, ona istediği bilgiyi en güzel üslupla aktarmış,
gerekli telkini yapmış ve hidayetine vesile olmuştu.
Bir insanın hidayetine vesile olmak, onun cehennemin
kızgın ateşinden cennetin altından nehirler akan bahçelerine yönelmesine
aracı olmaya benziyor. Belki de bu, arz-ı âlemde bir beşerin yapabileceği en
salih amellerden biri. Bu hassas yolda örnek alınması gereken en önemli isim
ise hiç şüphesiz alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz Hz. Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem). Rehber-i Ekmel’in, irşat görevi yapanlar
hakkında söylediği şu söz ise zihinlerimize nakşolacak cinsten: “Senin elinle
bir kişinin hidayetine vesile olman, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden
daha hayırlıdır.” h.ilhan@zaman.com.tr
Kaynakça : Mehmet Dikmen, Peygamberimiz’in İnsan Kazanma Metodu,
Cihan Yayınları, 2011.
Efendimiz’in gönül kazanma metotları
|
Peygamberimiz’in (s.a.v.) İnsan Kazanma Metotları
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder