Efendimiz'i (s.a.v.) Anlatan Edebi Eserler


Bi'set Name

Peygamberimize 610 yılında Hira Dağı'nda peygamberlik verilişini anlatan eserlerdir. Bu eserler o kutlu günden başlamak üzere Peygamberimizin hayatının diğer zamanlarını da anlatmaktadır. Edebiyatımızda bu türün en önemli örneği, Şeyhülislam İshak Efendi'nin "Bi'set name" sidir.

Esmayı Nebi

Peygamber efendimizin isim, sıfat, lakap ya da unvanlarını bir araya getiren eserlerdir. Peygamberimizin bin civarında isminin varlığı araştırmacıların kanaatidir. Bu türün en önemli eseri 16. yüzyılda Süleyman Cezeri'ye aittir. Bu eser Kara Davut tarafından Türkçe şerhedilmiştir. Bu eserde Efendimizin iki yüz ismi açıklanmıştır.

Gazavatı Nebi, Gazavatname

Peygamberimiz İslamiyet'in ilk yıllarında tebliği ön plana aldığından savaşa taraftar olmamıştır. Fakat Hicret'ten sonra müşriklerin saldırıları karşısında kendilerini korumak için çeşitli savaşlar yapmışlardır. Hicret'ten sonra gerçekleşen bu savaşlar ya da yapılan fetihler edebiyatın konusu olmuştur. Bu sayede Efendimizin savaş ve fetihlerini mesnevi tarzında işleyen edebi türler ortaya çıkmıştır. Bu türün ilk örneği Tursun Faki'nin "Kıssa-i Mukaffa" sııdr. Günümüzde ise Necip Fazıl Kısakürek'in "Esselam" adlı eseri bu türe örnek olarak gösterilebilir. Bu tür edebiyatımızda yaygınlık kazanmamıştır.

Hicretname

Hicret, tslam tarihi ve Peygamberimizin hayatının dönüm noktalarından biridir. Hicret, milattan sonra 622 yılında Efendimiz ve çevresinde bulanan bazı sahabelerin müşriklerin baskısından kurtulmak için önce Sevr Dağı'ndaki mağaraya ardından Medine'ye yaptıkları zorunlu göçtür. Medineliler bu durumu sevinçle karşılamışlardır. Medine'de Peygamberimizi karşılayan Medineliler O'nu karşılarken hep bir ağızdan "Tala al bedrü Aleyna"yı söylemişlerdir. Gerçekleşen bu zorunlu göçü anlatan eserlere hicretname denmektedir. Hicretname bazen bir "s^ret"in içinde de yer alabilmektedir. Bilinen ilk hicretname Süleyman Nahifi'nin 800 beyitlik "Hicret-i Nebi"sidir, Günümüzde bu konuyu esas alan birçok şiir yazılmıştır. Mustafa Miyasoğlu'nun "Hicret Destanı" müstakil bir kitabı vardır.

Hilye

Hilye sözcüğü kelime anlamı itibariyle "süs, güzellik" gibi anlamlara gelmektedir. Ancak zamanla bu anlam kaybolmuş lügat manasının dışında bir anlamı kapsar olmuştur. Yeni kazandığı anlam ise Peygamber Efendimizin yaratılışını, dış görünüşünü, ruh yapısını ve güzel sıfatlarını kapsamak şeklinde olup bir edebi tür olmuştur. Bu türün en  önemli örneği Hakani Mehmet Bey'in "Hilye-i Saadet"idir. Hilyenin de kendi içinde türleri vardır.

Manzum Hadisler

Hadis, anlam itibariyle Peyganber Efendimizin söylediği sözler ve yaptığı fiilleri karşılayan bir kelimedir. Kullanım itibariyle saygı ifadesi olarak "Hadis-i Şerif' olarak da adlandırılır. Peygamberimizin sözlerine hadisi kavli hareketlerine ise "hadis-i fı'li" denir. Peyganberrimizin her hadisi değerli olmakla beraber önem atfedilen hadisler var ki bunlar her zaman dikkat çekmiştir. Bu hadisler Peygamberimize ilham yoluyla gelen hadislerdir. Bu hadislere "hadis-i kutsi" denmektedir.' İslam dininin iki önemli kaynağı vardır. Kuran ve Sünnet yani hadisler. Peygamberimiz Veda Hutbesinde "Size iki şey bırakıyorum. Eğer bunlara sımsıkı sarılırsanız kurtulursunuz. Bunlar: Kur'anı Kerim ve benim sünnetimdir." diyerek Kur'an-ı Kerim'le beraber Hadis-i Şeriflerin dinim ki yerini vurgulamıştır. Hazreti Peygamberin söz ve fiillerinin şiir şeklinde şerheden eserlerdir. Bilindiği üzere Efendimizin hadisleri Emevi halifesi Ömer Bin Abdülaziz'in emri ile toplanmaya başlanmıştır. Hadisleri özellikle "Kütüb-i Sitte" olarak anılan altı kitabın derleyicisi kişiler toplamıştır. Bunların haricinde de hadisleri toplayan kişiler vardır. Peygamberimizin "Kim ümmetim için din işlerine dair kırk hadis ezberlerse; Allah onu fakihler ve âlimler topluluğu içinde diriltir." Şeklindeki hadisi bu türün gelişimi ve yayılışında etkili olmuştur. Bu hadisten hareketle Kırk Hadis'in şerhini esas alan birçok eser yayınlanmıştır. Bu türün ilk örnekleri 15. yüzyılda Mahmut Bin Amli'nin "Nehcül Feradis" ve Kemal Ümmi'nin daha sonraki yıllarda yazdığı "Kırk Armağan" adlı eser sayılabilir. Günümüzde asker kökenli bir şair olan Enver Tunçalp'in "Manzum Hadis Mealleri" akla gelen ilk örneklerdendir. Bazı şairlerde yüz ya da bin hadisi şerifi manzum şekilde açıklamaya gitmişlerdir. Ancak bu tür pek yaygınlık kazan-mamıştır. Kırk Hadis şerhleri günümüzde de revaçtadır.

Menakıbname

Bir İslam büyüğünün hayatı çevresinde oluşmuş menkıbe ya da kerametleri anlatan dini tasavvufi eserlerdir. Doğrudan doğruya Efendimizi anlatmamakla beraber O'na ait bölümlerin olduğu edebi türdür.

Mesnevi

Doğrudan doğruya Peygamberimizi konu alan bir tür olmamakla beraber içerisinde Efendimiz ile ilgili bölümlerin bulunduğu bir edebi türdür.

Mevlid

Bu kelime anlam itibariyle bir kişinin doğduğu zamanı ifade etmektedir. Ancak zamanla bu kelime Peygamberimizin doğduğu gece için kullanılır olmuştur. Mevlid türü genel olarak Peygamberimizin doğduğu geceyi anlatmakla beraber onun hayatının diğer safhalarına da yer verir. Edebiyatımızda ise Peygamberimizin doğduğu geceyi anlatan eserler bu adla anılır olmuştur. Dünya edebiyatında 8. yüzyılda örnekleri verilmeye başlanmıştır. Bizde bu türe ait ilk örnek Germiyanlı Ahmedî'nin mevlididir. Ancak Süleyman Çelebi'nin "Vesiletü'n Necat" şöhret bulduğundan ilk eser olarak bu tanınmıştır.

Mi'raciye

Peygamberimizin Mescidi Aksa'dan Sidre- tü'l Münteha'ya olan yolculuğuna miraç denmektedir. Miraç ile Efendimiz Cebrail vasıtasıyla Allah'ın huzuruna çıkmıştır. Bu yolculuğu anlatan eserlere miraciye denmektedir. Edebiyatımızda bilinen ilk miraciye Ferhadüddin Atar isimli bir yazarın 1436 yılında istinsah edilen "Miracname"sidir. Günümüz edebiyatında bu konu kitap boyutunda müsta kilen işlenmemekle beraber Necip Fazıl, Seza-i Karakoç, Mustafa Necati Bursalı gibi şairlerin şiirlerine konu olmuştur.

Mucizâtı Nebi

Peygamberimizin gösterdiği mucizeleri anlatan eserlerdir. Her peygamberin bir mucizesi vardır. Efendimizin de bir çok mucizesi vardır. Ancak O bir hadisinde bu durumu şöyle ifade etmiştir: "Her peygamberin ümmeti tarafından tanınan bir mucizesi vardır. Benim mucizem bana vahyolunan Kur'an'dır." Peygamberimizin mucizeleri özellikle halk edebiyatı ürünleri arasında sıkça anlatılmıştır. Mucizeler genellikle Efendimizi anlatan ğer dini türlerde işlendiği için bu türde fazla ürün verilmemiştir. Günümüzde Sezai Karakoç'un, Necip Fazıl'ın, M. Asım Koksal'ın bazı şiirleri bu türe örnek olarak gösterilebilir.

Naat

Kaynağı Arap edebiyatı olan ve bu edebiyatta "medhiyye" başlığı altında yer alan naatların asrı saadette yazılmaya başlandığı düşünülürse de, naat muhtevalı ilk şiirin Hz. Peygamber'in dünyaya gelişinden yedi asır önceye ait olması da benzeri görülmeyen enteresan bir hadisedir. Âlimlerden semavi kitaplarda müjdelenen son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'in geleceğini öğrenen Es'ad Ebû Kerîb el-Himyerî, kaleme aldığı birkaç beyitlik şiirde, beklenilen peygamberin Allah'ın Resulü olduğuna dair inancını ve O'nun zamanına yetişmesi hâlinde ona büyük bir sadakatle bağlanacağını belirtmiş; Ebû Kerîb'in asırlar önce söylediği bu küçük manzume muhafaza edilmiş, şair de Hz. Peygamber tarafından ehli tevhid olarak nitelenme şansına sahip olmuştur. Arap edebiyatında asrı saadette A'şâ ve Ka'b bin Züheyr'in kasideleriyle ilk örnekleri görülen naatlar; Hassan bin Sâbit, Abdullah ibn Revâha, Ka'b bin Mâlik, Âmir bin Sinâni'l Ek-vâ ve Enceşe gibi "Şuarâ-ü'nNeb(Peygamber şairleri) lakabına layık görülen Arap şairleri tarafından kaleme alınmış, hicri dördüncü asırdan itibaren bu methiyeler tam bir olgunluğa ve geleneksel tertip ve muhtevasına ulaşmıştır. Klasik Fars edebiyatında ise Hakîm Senâyî, Türk asıllı şair Genceli Nizâmî, Ferîdüddin Attâr, Sa'dî-i Şîrâzî, Emir Husrev-i Dih-levî ve Molla Câmî naat türünün en başarılı şairleridir. Türk edebiyatında ilk naat, Türklerin İslamiyet'i kabulünden kısa bir süre sonra, Yusuf Has Hâcib'in 1069'da Kaşgar'da tamamladığı Îslamî Türk edebiyatının da ilk örneği olan Kutadgu Bilig'de görülür. Daha sonra Edîb Ahmed Yüknekî'nin "Atabetü'l-Hakâyık" ve Ahmedi Yesevî'nin "D'vân-ı Hikmet"'mûe yer alan naatlar, takip eden asırlarda Türklerin yaşadığı bütün alanlarda bir gelenek hâlinde devam etmiştir. Bu arada Çağatay edebiyatının zirveye ulaşan şairi Ali Şîr Nevâî'nin, divan ve mesnevilerinin tamamı yanında mensur eserlerinde de yer verdiği birçok naatla, naat şairi unvanına layık bir şahsiyet olduğu dikkati çeker.

Sîretü'nNebeviyye

Sire" kelime anlamı olarak "tavır, hareket tarzı" anlamına gelmektedir. Siyer ise bu kelimenin çoğuludur. Ta Ha suresinde de "şekil, vaziyethal" olarak anlamlandırılmıştır. Türkçeye tercüme-i hal olarak da çevirebiliriz. Ancak edebi tür olarak "siyer" ya da "siret" denildiğinde akla hemen Peygamberimizin hayatının tamamını ya da bir kısmını anlatan eserler gelmektedir. Edebiyatımızda bu türe ait ilk örnek Kadı Darir'in 14. asırda yazmış olduğu "Kitabı Siyer-i Neb^"dir. Edebiyatımızda türe ait bir çok örnek vardır.

Şefaatname

Hazreti Muhammed'in isyan eden ümmetine yaptığı duaları ve ahiretteki şefaatini anlatan manzum eserlerdir. XIV. asırda Ömeroğlu adlı şairin yazdığı 125 beyitlik manzume bu türde görülen ilk örnektir.

Şemaili Nebi

Şemail; elbiseye bürünmek, huy, tabiat, ahlak gibi anlamlara gelen şimal kelimesinin çoğunluğudur. Ancak bu kelime zamanla sadece Efendimizin huy karakter, tabiat, hal ve hareketlerini anlatan bir tür olarak kullanılmaya başlanmıştır. Efendimizin Peygamberlik sıfatının yanında insani yönleri ile de dikkat çeken mükemmel insandır. Mükemmel insani özelliğe sahip olan Peygamberimizi anlatan bu eserler diğer türler kadar yaygınlık kazanmıştır. Bu türün edebiyatımızda bilinen ilk örneği Hoca İshak Efendiye aittir. Günümüzde ise Necip Fazıl'ın, M. Asım Köksal'ın bu türden eserlerinin varlığını söyleyebiliriz.

Vefatname

Efendimizin ebedi âleme irtihalini konu alan eserlerdir. Genellikle Efendimizi anlatan diğer türlerde işlendiği için bu türde fazla ürün verilmemiştir. Günümüzde Sezai Karakoç'un, Necip Fazıl'ın, M. Asım Köksal'ın bazı şiirleri bu türe örnek olarak gösterilebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder