|
Normal
bir ömür yaşamış her hangi bir insanın hayatından yirmi dört saatlik kısa bir
dilimi, yani ‘bir gün‘ü anlatmak, o kişiyi tanıtma adına ciddi
yetersizlikler taşır. Zira yaşanan günlerin hemen hiç biri diğeriyle aynı
değildir. Hele o kişi Efendimiz (sav) gibi, müstesna bir zat ise iş daha da
zorlaşacaktır. Bu zorluğa rağmen günü belli dilimlere ayırarak, aynı günde
olmazsa bile, o zaman diliminde genellikle işlenen fiilleri, sahih kaynaklar
ışığında ele almaya gayret ettik.
Asr-ı Saadet ve sonraki dönemlerde günler daha çok cami etrafında
ve namaz merkezli geçtiğinden, günü namaz vakitlerinin
sayısınca beşe böldük. Efendimiz (sav) ve o çizgide gidenlerin hayatında gecenin
ayrı bir önemi olduğundan onu da ayrı bir dilim olarak ekledik.
Sabah
Yeryüzünde günlük hayat sabah gün doğmadan başlar.
Şebnemlerin oluşmasından, tomurcukların açılmasına; kuşların ötüşünden, nesimin
esmesine varıncaya kadar hemen bütün varlık kendilerine mahsus dilleriyle gün
doğmadan toplu bir zikir halkasına otururlar. İnsan da bu zikir halkasına,
şuurlu bir şekilde iştirak eder ve başta namaz olmak üzere değişik zikir ve
aktivitelerle güne başlar.
Efendimiz (sav) de güne sabah namazı ile başlardı. Âmâ bir
sahabe olan Abdullah b. Ümmi Mektum’un okuduğu ezandan sonra1 Hz.
Peygamber odasında sünneti kılar ve farzı kıldırmak üzere mescide çıkardı.
Mescide gelemeyecek kadar ciddi mazeretleri olanlar dışında, Medine’de bulunan
bütün Müslümanlar her farz namazı Efendimiz’in arkasında kılmaya gayret
ederlerdi.
Namazdan sonra her gün, güneş belli bir yüksekliğe çıkıncaya
kadar önce tesbihatını ve o vakte ait mutad evradını yapar, sonra yüzünü
ashabına dönerek bağdaş kurar ve ashabıyla sohbet ederdi. Bu sohbetler
sırasında gündelik konulardan, tarihi hatıralara, rüya tabirlerinden, imana
hizmet konularına, sorulara cevap vermekten, sıkıntısı olanların sıkıntısını
gidermeye varıncaya kadar beşeriyetin gereği olan birçok mesele konuşuluyordu.
Yani ibadet halkasından hemen sonra tam bir ilim ve irfan halkası kuruluyordu.2 Yıllarca,
her günün en verimli vaktinde ve en az bir saat süren ‘Peygamber Sohbeti‘
kişiye neler kazandırır, her halde onu ancak yaşayanlar bilir. Sahabenin
üstünlüğü de burada aranmalıdır.
Kuşluk namazı kılındıktan sonra oradan bir yere
gidilmeyecekse Efendimiz (sav) eve döner ve evde yiyecek bir şey olup
olmadığını sorardı. Şayet yiyecek bir şey varsa kahvaltı yapar yoksa “öyle
ise oruçluyum“3 der o günü oruçlu geçirirdi. “Bir
şey var” denildiği zamanlarda var olan şey genelde süt, hurma, bir kaç dilim
kuru arpa ekmeği vb. şeylerdi. Yani evlerinde ne bulurlarsa onu yerler, yemekler
arasında ayırım yapmazlardı.
Efendimiz’in hayatında yemek işi, günümüzde olduğu gibi
hayatın merkezinde yer almıyor, gündelik hayat yemek öğünlerine göre
şekillenmiyor, yemek için fazla zaman harcanmıyor, yemek olmadığı zaman problem
yapılmıyor, mükellef sofralar kurulmuyor, sohbetlerde sürekli yemek
çeşitlerinden söz edilmiyor, daha güzel bir yemek için kilometrelerce yol kat
edilmiyor, yıllık yiyecek hesabı yapılıp depolanmıyor, yemek masası kurulmuyor
vs. Durum böyle olunca da, günümüzün tam aksine, diğer önemli şeylere daha çok
vakit ve para ayrılıyordu.
Hz. Peygamber öğleden önce bir süre dinlenirdi. Gece ibadet
ve benzeri faaliyetlerle uğraşıldığı için yeterince dinlenememek, iş yoğunluğu
ve stresten ötürü dikkatin dağılması, bedenin yorulması ve sıcak iklim
şartlarından ötürü, gecenin yanı sıra bir de gündüz uyuyup dinlenme söz
konusudur. İslami, literatürde buna kaylule denilmektedir.
Türkçemizde buna öğle uykusuveya öğle öncesi uyku demek
mümkündür.
Öğle
Öğle, gündüzün kemale erip zevale meylettiği, günlük işlerin
belli bir seviyeye getirildiği, iş yoğunluğundan uzaklaşarak kısa bir
dinlenmeğe ihtiyaç duyulduğu, fânî dünyanın geçici ve ağır işlerinin verdiği
gaflet ve yorgunluktan ruhun teneffüse ihtiyaç hissettiği bir zamandır. İnsan
ruhu, bu sıkıcı atmosferden kurtulmak, Yüce Rabbinin huzuruna çıkıp el
bağlayarak nimetlerine şükür ve hamd edip yardım dilemek, celal ve azametine
karşı rükû ve secde ile aczini ortaya koymak üzere öğle namazını kılmaya büyük
bir heves ve ihtiyaç duyar. Hele bu namaz Efendimiz (sav)’in arkasında
kılınacaksa…
Evet, Hz. Peygamber, büyük bir iştiyakla camiye koşan
ashabına gün ortasında öğle namazını kıldırırdı. Eğer o gün haftanın Cuma günü
ise bambaşka bir coşku ile yani bayram havasında namaza hazırlanılırdı. Tırnaklar
kesilir, banyo yapılır, yeni elbiseler giyilir, kokular sürülür, her günden
daha erken camiye gidilir, Efendimiz’in hutbesine kulak verilir ve
ardından da namaz kılınırdı. Özellikle bu namaza çocuk ve kadınlar diğer
vakitlere nazaran daha çok iştirak ederlerdi.
Kaynaklarımızda düzenli bir şekilde yenilen öğle
yemeğinden söz edilmemektedir. Fıtır sadakası veya bazı keffaretlerin
miktarı belirlenirken günde iki öğün üzerinden hesaplanması gösteriyor ki,
sabah ve akşam yemeklerine ek olarak üçüncü bir öğün bulunmamaktadır. Böylece,
sabah kahvaltısını sahurda yiyen kişinin günlerini ne kadar kolay bir şekilde
oruçlu geçirebileceği de daha iyi anlaşılmaktadır. Aslında günümüzde de iki
öğünle yetinmek hem zaman kazanma, hem bütçe dengeleri, hem de sağlık açısından
tavsiyeye şayan olmanın ötesinde uyulması gereken bir sünnettir. Elbette şeker
hastalığı vb. durumlar istisnadır.
Hz. Peygamber zaman zaman ashabına ziyaretlerde bulunur,
gündelik meşgalelerini deruhte eder, devlet başkanı olarak kamuyu ilgilendiren
işlere bakar, nazil olan âyetleri vahiy katiplerine yazdırır, hemen yerine
getirilmesi gereken emirler varsa bunları bir münadi vasıtasıyla halka duyurur
ve gelen misafirlerle ilgilenirdi. Mesela hicretin sekizinci yılından itibaren
yoğun bir elçiler ziyareti yaşanmıştır. Günün bir bölümü bu elçileri karşılama,
ağırlama, soru ve isteklerine cevap verme ve uğurlama ile geçmekteydi.
İkindi
İkindi günlük işlerin sona ermeye başladığı, gün içinde
mazhar olduğumuz sağlık, selamet ve hayırlı hizmet gibi ilahî nimetlerin
meyvesinin alındığı zamandır.
Efendimiz (sav) de bu namaza, Kur’ân’ın işareti4 ile âdeta ayrı bir değer verir ve
Hz. Bilal’in yanık sesiyle ashabını camiye davet ederdi. İkindi vaktı mümini
koruma-kollama ile görevli gece ve gündüz meleklerinin nöbet devir anlarından
biri olduğu bilindiği için de, namaz sonrası tesbihat daha uzun tutulurdu.
Nitekim bir hadis-i şerifte konu şu şekilde anlatılmaktadır: “Gece bir grup,
gündüz de bir grup melek yanınızda olurlar. Bunlar sabah ve ikindi namazları
vaktinde bir araya gelir ve nöbet değişimi yaparlar. Rableri namaz kılmış
kullarının hallerini en iyi bildiği halde, yine o meleklere: ‘Kullarımı ne
halde bıraktınız?’ diye sorar. Onlar da: ‘Biz onları namaz kılar halde bıraktık
ve yanlarına da namaz kılarken varmıştık’, derler.“5
Efendimiz’in pek terk etmediği bir âdeti vardı: Her ikindi
namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hal ve hatırlarını sorar,
ihtiyaçlarını tesbit ederdi. Bu mutad ziyaretlerinde Evzac-ı Tahiratın
her biri yanlarında bulunanlardan Efendimiz’e ikram ederlerdi.6
Akşam
Akşam vakti, güz mevsiminin sonunda pek çok canlının
ölmesine benzer şekilde, hem insanın bir gün vefat edeceğini, hem de kıyametin
başlangıcında dünyanın harap olacağını ihtar eder. Böyle bir anda insan ruhu,
şu önemli işleri yapan Zat’ın dergahına durmayı, “Allah-u Ekber” diyerek fânî
olan her şeyden el çekip O’na hamd etmeyi, O’nu tesbih etmeyi, büyüklüğünü bir
daha haykırmayı şiddetle arzu eder. Hz. Peygamber de bu arzu ile çoğu zaman
güneşin batmasından önce akşam namazını beklemeye başlar, ezan okunur okunmaz
hemen Yüce Divan’a dururdu. Farz namazdan sonra Evvabin adıyla bilinen 2-6
rekat namaz kılar ve bunu tavsiye ederdi.7
Efendimiz (sav) akşam namazından sonra o gün hangi hanımının
yanında kalacaksa diğer ev halkı oraya toplanır ve aile sohbeti başlardı. Hz.
Peygamber’in aile yuvası, hem sağlığında hem de ahirete intikal ettikten sonra
ilmî faaliyetlerin hiç duraksamadan devam ettiği bir ortam olmuştur. Zira
Efendimiz’in vefatından sonra hanımları bu ilim faaliyetini daha geniş bir
halkaya açarak devam ettirmişledir. İslam dininin genel olarak pek çok hükmünün
yanında, özellikle kadınlarla ilgili bazı özel hükümlerin öğrenilip
aktarılmasında ve öğretilmesinde Efendimiz’in aile hayatının büyük fonksiyonu
olmuştur. Özellikle bu ‘akşam sohbetleri‘nin rolü küçümsenemez. Âdeta
bir mektep gibi işleyen akşam sohbetleri, Hz. Âişe validemiz başta olmak üzere,
birçok eşsiz alimin yetişmesine beşiklik etmiştir. Tabi sadece ilmî bahisler
konuşulmuyordu; farklı çevre, kültür ve karaktere sahip ev halkı arasında ciddi
bir muhabbet oluşuyor, birbirlerini daha iyi tanıyor, risalet görevinin tatlı
ağırlığını Efendimiz’le beraber azaltmaya gayret ediyor, zaman zaman
şakalaşıyor… kısacası mutlu bir ailede olması gereken ortamı sağlıyorlardı.
Yatsı
Yatsı vaktinde karanlık her tarafı kaplar, gündüz görünen
şeyler âdeta yokluğa gömülür, sanki vefat etmiş insanın geriye kalan eşyası da
arkasından vefat edip unutulur. İmtihan için verilen dünya hayatının bütünüyle
sona erdiğinin bir göstergesi gibidir. Adeta mutlak tasarruf sahibi olan
Allah’ın yüceliği, ülfet perdesine sık sık gömülen insanoğluna bir daha
gösterilmektedir. Çünkü Allah (cc) gece ile gündüzü, kış ve yazı, dünya ve
ahireti bir kitabın sayfaları gibi kolaylıkla çevirir, yazar, bozar,
değiştirir. İşte aciz, zaif, muhtaç ve geleceği karanlık gören insan bu vakitte
yatsı namazını kılarak, her şeye gücü yeten ve gerçek bir dost olan Allah’a
yönelir, dayanır ve sığınır. O’nu unutan ve karanlığa gömülen dünyayı, o da
unutup, dertlerini dergah-ı rahmete döker. Ayrıca ne olur ne olmaz, ölüme
benzeyen uykuya dalmadan önce son ibadetini yapıp, günlük hesap defterini
güzelliklerle kapatmak ister.
Hz. Peygamber de ashabına yatsı namazını kıldırır ve önemli
bir durum olmazsa, kimseyle konuşmadan dinlenmeye çekilirdi. Uyumaya geçmeden
önce dua ederdi. Bilindiği gibi O’nun hayatında dua pek büyük
bir yere sahipti. Zira dua Kur’ân’ın ifadesiyle insanlığın değer ölçüsüdür.
Hz. Aişe validemiz, O’nun yatmadan önce yaptığı dua ve uygulamayı şu şekilde anlatmaktadır: “Allah
Rasûlü her gece yatağına girdiğinde iki elini birleştirir, onlara üfler, İhlas,
Felak ve Nas sûrelerini okur, sonra da başından başlayarak, vücudunda
ulaşabildiği her yere elini sürer ve bunu üç defa tekrar ederdi.”8 Elbette
bu konuda başka tavsiye ve uygulamaları da bulunmaktadır. Mesela Hz. Ali (ra)
şunu rivayet etmektedir: “Allah Rasûlü bana ve Fatıma’ya şu tavsiyede
bulundu: Yatağınıza girdiğinizde 33 defa ‘Allah-u Ekber’, 33 defa
‘subhanellah’, 33 defa (bir rivayette 34) ‘elhamdulillah’ deyin.” Hz.
Ali o günden sonra bunu hiç terk etmediğini söyleyince, bir zat “Sıffin günü de
mi?” dedi, o “evet o gün bile…” cevabını verdi.”9
Gece
Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı
hatırlatarak insan ruhunun Allah’ın rahmetine ne kadar muhtaç olduğunu
hatırlatır. Dolayısıyla gece kılınacak teheccüd namazı, kabir gecesinde vef
berzah karanlığında önümüzü aydınlatacak vazgeçilmez ışık kaynağımız olacaktır.
Efendimiz (sav) günün son dilimi olan gecelerini de engin
bir ibadetle geçirmekteydi. Tafsilatını ilgili eserlere havale ederek Hz. Âişe
validemizin bir müşahedesini nakletmek istiyoruz: “Peygamber Efendimiz (sav),
gece ayakları şişene kadar namaz kılardı. Kendisine, “Ey Allah’ın Rasûlü!
Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır.10 Buna rağmen ibadet konusunda niye
kendini bu kadar zorluyorsun?” denilince, “Ben Allah’ın bu mağfiretine
karşı şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verirdi.”11
Teheccüd namazından sonra bir süre dinlenir ve müezzinin
nidasıyla sabah namazına kalkardı. Hz. Bilal imsakten önce ezan okur ve halkı
hem sahur hem de teheccüde kaldırırdı. Hz. Abdullah b. Ümmi Mektum ise imsak
vaktinin başlamasıyla ezan okur ve sabah namazının girdiğini bildirirdi.
Netice
Kainatın Efendisinin günlük hayatı çok değişik yönleriyle
ele alınabilir. Ancak ne şekilde ele alınırsa alınsın, her yönüyle bütün
insanlığa ışık olacak uygulama, tanzim ve sözlerle karşılaşılacaktır. Günlük
hayatın adeta kabusa dönüştüğü bir dönemde, Efendimiz’in günlük hayatını tetkik
eden ve kendisine dersler çıkaranlara ne mutlu.
Prof. Dr. Abdulhakim Yüce
|
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Bir Günü
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder