|
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Hicret’ten 52 yıl önce (Milâdi 570),
Rebiülevvel ayının 17. gününde Mekke şehrinde dünyaya gelmişlerdir. Babası, Hz.
Abdullah daha
Peygamber Efendimiz (s.a.v) dünyaya gelmeden, 25 yaşlarında vefât etmiştir.
Annesi, Hz. Âmine’yi ise 6 yaşında iken kaybetmiştir. Küçük yaşta babasını ve
annesini kaybeden
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i, dedesi Abdülmuttâlib himayesine aldı ve o
zamana kadar kimseye verilmemiş olan Muhammed adını kendisine verdi. O da bir
yıl sonra vefât edince,
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i amcalarından, Hz. Ali’nin babası Hz. Ebû
Tâlib yanına alıp büyütmüştür.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mekke’nin en büyük ailesi olan
Hâşimiler’dendi.
Peygamberler, Peygamber olarak dünyaya gelirler ve o vazife
için yaratılmışlardır. Peygamberlik gibi ağır bir emaneti yüklenmek için bir
hazırlık devresi geçirirler, sonunda ilâhi vahye mazhar olurlar ve insanlara
ilâhi emirleri tebliğe başlarlar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in hayatı, Peygamberliğini açıklamaya emir
alıncaya kadar; sade, temiz, çok dürüst ve yaşayışı da insanlığa örnek bir
yaşayış idi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) genç yaşlarında iken bütün Hicâz’da, daha
Peygamberlik gelmeden önce, huylarının güzelliği ve her hususta emin oluşları
dolayısıyla, Araplar tarafından “Muhammed’ül Emin” diye anılmaya başlanmıştı.
Babasından mal, mülk, bir şey kalmadığı için bir hayli fakirdi; yalnız çok
soylu bir aileden olduğu için çok itibar görürdü.
Hz. Hatice ile Evlenmesi
Kureyş hanımlarından olan Hz.Hatice ticaretle uğraşmakta
idi. Çok zengin ve dul olduğundan, mallarını idare etmesi, ticaretini
sürdürmesi için emin bir kişi olarak gördüğü
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’i kendisine yardımcı
seçti. Daha sonra
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile Hz.Hatice evlendiler. Evlendiklerinde
Peygamber Efendimiz (s.a.v) 25, Hz.Hatice ise 38 veya 40 yaşlarında idi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in,
Hz.Hatice’den iki erkek, dört kız çocuğu olmuştur. Bütün evlâtları kendi
zamanında âhiret dünyasına göç etti. Hayatta kalan tek evlâtları Hz.Fâtıma ise
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in, Peygamberliği zamanında Hicret’ten 11 yıl önce dünyaya
gelmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in soyu çok sevdiği kızı “Ehl-i Beyt”ten olan
Hz.Fâtıma’dan yürümüştür. Hz.Fâtıma’dan da, Hz.Peygamber’in çok sevdikleri
“Ehl-i Beyt”ten olan torunları Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin dünyaya gelmişlerdir.
İlk Vahy’in Gelişi
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ilk vahy’in gelişini şöyle anlatıyorlardı:
“Hirâ dağında, adımın çağrıldığını duyardım; fakat çağıranı
göremezdim. Derken bir gün melek göründü bana; kucakladı beni, göğsüne
bastırdı, sıktı ve «Oku» dedi. Ben okumak bilmem dedim. Tekrar sıktı «Oku»
dedi. Aynı sözü söyledim. Yine sıktı «Oku»” dedi. Ve Kur’ân-ı Kerîm’in şu
âyetlerini okudu:
“(1) Oku Rabbinin adıyla ki bütün mahlûkatı yarattı, (2)
İnsanı da bir parça kan pıhtısından var etti; (3) Oku ve Rabbin, pek büyük bir
kerem sâhibidir, (4) Öyle bir Rab ki kalemle öğretmiştir, (5) İnsana
bilmediğini belletmiştir (öğretmiştir).” (Alâk 1-5. âyetler)
Bu âyetler Hz.Muhammed’e ilk inen sûrenin ilk beş
âyetidir.Hz.Muhammed’e, Allah tarafından ilk vahiy Ramazan ayında nâzil
olmuştur.
“Ramazan ayı ki onda Kur’ân inzal olunmuştur. Kur’ân nas
için aynı hidâyettir; doğru yola götüren, hak ile bâtıl arasını ayıran açık
delillerdir.” (Bakara 185. âyet)
Kur’ân-ı Kerîm, Hz.Peygamber ebedî âleme göçene kadar 23
yılda tamamlanmıştır. Nâzil olan bütün âyetler, Allah tarafından zaman zaman
vahiy edilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de; kulun, yani Peygamber’in Allah ile ancak
vahiy yoluyla konuşabileceği anlatılmaktadır. Bu konudaki âyetler de şunlardır:
“Vahiyle veya perde ardından olması veya bir elçi gönderip
ona kendi izniyle dilediği şeyi vahiy etmesi suretlerinden başka hiçbir suretle
Allah’ın konuşması hiçbir insana müyesser olmaz. Çünkü O yücedir, işinde
hakimdir.” (Şûra 51. âyet)
“(192) Kur’ân şüphesiz Rabbelâleminin indirmesidir.
(193-194-195) Sen Tanrı azâbıyla korkutanlardan olasın diye onu «ruh-i emin»
açık olan Arap diliyle indirmiştir.” (Şuarâ 192-195. âyetler)
“ (16) (Ey Muhammed)! Vahiy bitmesin diye acele almak için
dilini kımıldatma. (17) Çünkü onu kalbinde toplamak ve lisanında kıraatini
sabit kılmak bize aittir. (18) Sana Kur’ân-ı Kerîm’i kıraat eylediğimizde sen
onun kıraatine tâbi ol. (19) Onu izah ve beyân yine bize düşer.” (Kıyâmet
16-19. âyetler)
Peygamber Oluşu
Peygamber Efendimiz (s.a.v) 40 yaşlarında iken (Milâdi 610), yine Hirâ
dağındaki mağarada halvette bulunuyordu. Bu sefer Allah tarafından, kendisini
doğrudan doğruya Peygamberlik görevine çağıran, Kur’ân-ı Kerîm’in Müddesir
Sûresi’nin 1-7. âyetleri nâzil oldu.
“(1) Ey örtüsüne bürünmüş Peygamber! (2) Kalk azapla korkut.
(3) Rabbini büyüklükle an, (4) Elbiseni temiz tut. (5) Azâba bais olan şeyleri
bırak. (6) Çok istemek üzere bir şey verme. (7) Rabbin için her şeye katlan.”
Gelen bu “vahiy”den sonra artık “vahiy”lerin arkası
kesilmedi. Sürekli ve zamana bağlı olarak “vahiy” gelmeye başladı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in, Peygamberlik hayatı iki devreye ayrılır. Birinci devre
Peygamberliğinin başlangıcından Medine’ye Hicret’ine kadar geçen 13 yıllık
dönemdir (Milâdi 610-622). İkinci devre ise Hz.Peygamber’in Hicret’ten, Hak’ka
vuslat edinceye kadar geçen 10 yıllık dönemdir (Milâdi 622-632).
Peygamber Efendimiz (s.a.v) halkı İslâmiyete davete başladığında,
erkeklerden ilk olarak Hz.Ali, kadınlardan da Hz.Muhammed’in eşi Hz.Hatice
Müslüman olmuş; ona inanmışlar, uymuşlar ve ezeli îmanlarını izhâr etmişlerdir.
Belli bir süre sonra da
Peygamber Efendimiz (s.a.v); önce akrabalarını, ardından Safa Tepesine
çıkarak tüm Mekke halkını, Allah’tan gelen emir gereğince açıktan açığa,
Müslüman olmaya çağırmaya başladı.
Kardeşi, Veziri, Vasîysi, Halîfesi
Kur'ân-ı Kerim'in Şuarâ Sûresi’nin 214-216. âyetleri:
“(214) Pek yakın kavim ve kabileni (akrabalarını) Allah
azâbıyla korkut. (215) Sana tâbi olan mü’minlere kanadını alçak tut. (Onlara
karşı yumuşak davran, lûtufla muamele et) (216) Kavim ve kabilen sana karşı
gelirlerse «-Ben sizin işlediklerinizden vâresteyim» dersin.”
Bu âyetler nâzil olunca Hz.Muhammed, Hz.Hatice’ye yemek
hazırlatmış ve Hz.Ali’ye de; “Hâşim oğulları soyundan olanları çağırmasını”
emir buyurmuşlardı.
Yemekten sonra
Peygamber Efendimiz (s.a.v) :
“Ben bütün insanlara, Tanrı elçisi olarak gönderildim. Ulu
ve yüce Allah, mensub olduğum boydan, bana en yakın olanları korkutmamı
buyurdu. Allah’tan başka yoktur tapacak demezseniz, sizi azâbından kurtaramam”
buyurdular. Amcası Ebû Leheb; “Bizi bunun için mi çağırdın” dedi ve
yakışmayacak sözler söyledi. Gelenler de dağılıp gittiler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Hâşim oğullarını bir kere daha çağırdı.
Yemekten sonra; “Ey Hâşim oğulları” dedi. “Bana itâat edin, yeryüzüne
hâkim olun. İçinizden kim bana yardım eder, bu işte beni kuvvetlendirirse
kardeşim, vasîyim, vezirim, vârisim ve benden sonra halîfem olur” buyurdu.
İçlerinden hiçbiri cevap vermedi. Genç yaşta olan Hz.Ali ayağa kalkıp; “Ey
Tanrı elçisi! Bu işte ben sana yardım edeceğim” dedi. Hz.Muhammed; “Otur”
buyurdu ve sözünü bir kere daha tekrarladı. Yine Hz.Ali’den başka cevap veren
çıkmadı. Üçüncü defasında Hz.Peygamber, Hz.Ali’ye; “Otur” buyurdular ve
Hz.Ali’ye hitaben; “Artık kardeşim, vasîyim, vezirim, vârisim ve benden sonra
halîfem sensin” demişler ve toplantıda bulunan Hâşim oğullarına “Ali’ye itâat
edin” buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in getirmiş olduğu yeni din, Mekke’de büyük
muhalefetle karşılaştı. Bilhassa Kureyş’in ileri gelenleri,
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in
halkı İslâm’a davetine, şiddetle karşı çıktılar. Çünkü İslâmiyet puta taparlığı
kaldırıyor, insan hakları üzerine birçok yenilikler getiriyordu. Bu durumda,
Peygamber Efendimiz (s.a.v) davetlerini bir müddet gizli tutmak zorunda kalmıştır.
Bu dönemde İslâm dînini kabul edenlerin büyük bir çoğunluğu,
üst düzeyden mal ve canlarını vermekten çekinmeyen kişiler oldukları halde,
onlarda bir müddet dinlerini gizlemek zorunda kalmışlardır.
Az zamanda yeni dinin müminleri çoğaldı. Bunlara “Allah’a
teslim olan” anlamına gelen “İslâm” denildi. İlk Müslümanlar çok ağır
hakaretler, işkenceler gördükleri halde, îmanlarından, inançlarından asla
dönmediler, kendilerine ve yakınlarına yapılan işkencelere tahammül ettiler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in halkı Müslüman olmaya çağırışı, bulundukları
mevki ve ellerindeki güçleri yitirebilecekleri kaygısıyla, Mekke'li müşrikleri
(inkârcıları-inanmayanları) tedirgin etti. Kâ’be’den putlarının
kaldırılmasının, ticaretlerini engelleyeceği ve bir takım alışkanlıklarına son
verileceği için büyük bir tepki gösterdiler.
Bu ortamda Arabistan diyarı görülmemiş bir ahlâksızlık ve
cehâlet içindeydi. Onun için
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den önceki Arap tarihine “Cahiliye
devri” denir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e kadar Hak dîni Hıristiyanlıktı. Ancak Hıristiyanlık
dîni, Tanrı görüşüyle de, hukuk sistemiyle de, artık insanlığın ihtiyacını
gerektiği gibi karşılayamıyordu. Müslümanlık, bütün Peygamberleri Allah
tarafından gönderilmiş elçiler olarak kabul ediyordu.
Bu yıllarda İslâmiyet’i kabul eden, kimsesiz ve yoksul olan
Müslümanlara; müşriklerin, inkârcıların yaptıkları cefâlar, eziyetler gittikçe
artmaktaydı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in, İslâmiyet’e davete başladıklarının 10. yılında
(Milâdi 620) o yılın Ramazan ayında, üç gün arayla amcası Hz.Ebû Tâlib ile
vefâlı eşi Hz.Hatice vefât ettiler. Müslümanlar o yıla “Hüzün Yılı” adını
verdiler.
|
Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) Hayatı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder